Prof. Dr. Muammer ERBAŞ

D. E. İlahiyat Fakültesi Dekanı

İMANI DEĞERLER ÜZERİNDEN OKUMAK...

“Bedevîler «inandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…”

(Hucurat 49/14)

⁎ ⁎ ⁎

İman, özelde Hz. Peygamber’in İslam adına Kur’an vahyine dayalı olarak Allah’tan getirip bildirdiği hususları doğrulamaktır. Genel anlamda ise, bütün peygamberleri Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda tasdik etmeyi ve onlara inanmayı ifade eder.

Bu bağlamda Kur’an ve sünnette bildirilen inanç esaslarını kalben tasdik, dil ile de ikrar edenlere mümin denir. Benzer şekilde Hz. İsa, Hz. Musa ve diğer peygamberlerin bildirdiği inanç esaslarını benimseyenler de mümin olarak nitelenmiştir. Peygamberler, temelde aynı inanç esaslarını bildirdiği için mümin dendiğinde sadece Hz. Peygamber’in değil, bilakis bütün peygamberlerin bildirdiği öğretilere inanıp onları kabul eden kimse anlaşılır.

İman, sözlükte “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn/emân kökünden türemiştir. Bu kökten türeyen “el-emin”, esas olarak “başkasından korkmayan” yani kendisi “güven içinde olan” anlamındadır. Bununla birlikte “el-emin”, aynı zamanda “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı olan,” dolayısıyla başkasına da güven veren anlamına gelir.

Benzer şekilde “emn/emân” kökünden türeyen iman kelimesi, bir yandan kendisi güven içindeyken, diğer yandan başkasına da güven vermeyi ifade eder. Zira iman, Arapça’da if’al babındadır. Bu bab, kelimeye geçişlilik anlamı katar. Yani kişinin bir şeyi kendi şahsında yapmasının ötesinde, onu bir başkasına yönelik yapmasını veya ona yaptırmasını ifade eder.

Örneğin; َalime” fiili, “(kendisi) bildi, öğrendi” anlamına gelir. Bu fiil, if’al babına girip “َe’leme” olduğunda anlamı “(bir başkasına) bildirdi, öğretti” olur. Aynı şekilde "َnezele fiili", "(kendisi) indi" anlamına gelir. Bu fiil, if’al babına girip َenzele” olduğunda anlamı, “(bir başkasını veya şeyi) indirdi” olur.

Benzer şekilde if’al babında olan “َâmene” fiili, bir yandan “(kendisi) güvendi, güven içinde oldu” anlamına gelirken, diğer yandan “(bir başkasına) güven verdi” manasını ifade eder. Dolayısıyla bir kimse, “ben müminim” dediğinde, bu, ilk olarak “ben, kendi şahsımda güven ve huzur içindeyim” derken, diğer yandan karşısındaki kimseye “bana güvenebilirsin, benden sana zarar gelmez” demiş olmaktadır.

Buna göre iman kelimesinin değer olarak ifade ettiği anlam, güven ve güvenilirliktir. Şayet bir yerde iman varsa orada güven olmalıdır. Bir yerde güven yoksa, orada imandan söz edemeyiz. Bir kimse, “Ben müminim” dediğinde hem kendisine hem de çevresine güven gelmelidir. Şayet o kimse kendisine ve bulunduğu ortama güven vermiyorsa, bu durumda değer olarak onun imanında sorun var demektir. Bu durumda iman sahibi bir Müslüman öncelikle üzerinde güvenilirlik vasfını taşıması gerekir. Dolayısıyla güven, bir yandan imanın ve mümin olmanın temel dayanağı, diğer yandan da bunun en önemli göstergesidir.

Hz. Peygamber, kırk yaşında vahiy alıp peygamber olmadan önce sahip olduğu temel değer onun el-emin; yani güvenilir olmasıdır. Buna göre şayet bir kimsede emanet/güvenilir olma vasfı yoksa, bu durumda onun gerçek anlamda mümin ve Müslüman olma durumu söz konusu değildir. Hz. Peygamber’den sonra Müslüman olan ashabın üzerinde taşıdığı temel vasıf yine emanettir. Onlar, birbirlerine karşı her konuda tam bir güven duygusu içinde hareket etmiştir.

Bu bağlamda Hz. Peygamber döneminde bazı Araplar, kabileler halinde Müslüman olmuştur. Daha doğrusu kabile lideri Müslüman olunca, diğerleri de Müslüman sayılmıştır. Doğal olarak bu kimseler, İslam’ın iman boyutunu içerdiği değer boyutuyla birlikte henüz tam olarak kavrayabilmiş ve içselleştirmiş değildir. Bu nedenle Kur’an’da, onlar tam anlamıyla birer mümin olarak nitelendirilmemişlerdir: “Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” (Hucurat 49/14)

Bu ayet-i kerimede belirtilen husus, bugün pek çok Müslüman için de söz konusudur. Şöyle ki taklidi bir şekilde annesi babası nedeniyle kendini Müslüman olarak adlandıran pek çok kimse, gerçekte ne İslam’dan ne de imandan haberdar durumdadır. Kendisini Müslüman gördüğü için maalesef bunları öğrenme gereği de duymamaktadır. Halbuki bir Müslümanın tahkiki/gerçek manada imana erebilmesi için başta imanın mahiyeti, sonra da tek tek iman esaslarını içerdikleri değerlerle birlikte doğru bir şekilde öğrenmesi ve benimsemesi gerekir. Bu noktada değer olarak imanın mahiyetini, Müslümanda olması gereken el-emin; yani güvenilirlik vasfı oluşturmaktadır.

İmanın temelinde yer alan güven, öncelikle Allah’a ve ahirete iman esaslarına dayanır. Şöyle ki her şeyi bilen ve gören, her şeye güç yetiren ve her şey bilgisi dahilinde gerçekleşen Allah Teala’ya inanan bir mümin kimse, doğal olarak Onun iradesi dışında bir şeyin gerçekleşmeyeceğini bildiği için kendi içinde büyük bir güven ve huzur duygusuna sahip olur. Benzer şekilde büyük-küçük, iyi-kötü zerre miktarı her şeyin karşılığının verileceği ahiret inancına sahip olan bir mümin kimse, karşısındaki kimseye de güven verir, vermesi gerekir. Zira o, Yaradan’dan ötürü bütün yaratılanları sevmek ve onlara saygı duymak durumundadır.

Değer olarak imanın özünde var olan güveni, diğer iman esasları da destekler ve pekiştirir. Şöyle ki meleklerin varlığına inanan mümin, hiçbir yerde yalnız olmadığı, her yerde melekler tarafından hem korunduğu hem de gözlendiği bilinci içindedir. Peygamberlere iman, bir mümini öncelikli vasfı sıdk ve emanet olan peygamberleri örnek almaya sevkeder. Kur’an’a iman, mümine Allah’ı, ahireti ve yaradılış gayesini bildirdiği gibi, ona bir başkasına vereceği zararın günah ve müeyyidelerini de öğretir. Kaza ve kader ise, mümin kimseye bir yandan hakkını bildirirken, diğer yandan haddini aşmamayı öğretir.

Güven duygusu oluştuğunda, doğal olarak ortaya barış yani İslam çıkar, çıkması gerekir. Buna göre güven/iman sebep, barış/İslam ise sonuçtur. Diğer bir deyişle İslam’ın temeli imandır, yani iman olmadan İslam olmaz. Zira barışın temeli güvendir, güven olmadan barış olmaz. Bu noktada Müslümanlar olarak bizler, bir yerde İslam’ı yani barışı ikame etmek istiyorsak, önce orada imanı yani değer olarak güveni ikame etmeliyiz. Şayet bir Müslüman, kendi şahsında, ailesinde ve toplumunda güven tesis edemediyse, bu durumda orada İslam’dan yani barış ve huzurdan söz edemeyiz.

İman, fert bazında bir Müslümanın öncelikle kendi şahsında özgüven sahibi olmasını gerekli kılar. Bunun yolu, müminin ruh-beden, düşünce-amel, söz-eylem, inanç-ahlak bütünlüğüne sahip olmasıdır. Özgüvenin göstergesi ise, rahat, sakin, güler yüzlü, tatlı dilli ve istikamet sahibi; yani olduğu gibi görünmesi ve göründüğü gibi olmasıdır. Mümin kimse, orada başka burada başka konuşmaz. Kendi alın teri ve emeğine güvenir, onun bunun parasında malında gözü olmaz. Hedefine ulaşmak için var gücüyle çalışır, araya aracılar koymaz. Torpil yapmaz ve beklemez. Riya ve gösterişten sakınır…

Maalesef günümüzde bu tür özgüven ve huzur sahibi mümin bulmak oldukça zorlaştı. Müslümanlar, öncelikle büyük bir gerginlik ve stres içinde. Yüzler asık, dil çok sert, herkes kavga etmeye hazır durumda. Psikoloğa gitmeyen kimse yok gibi. Çoğu kimse, çalışıp çabalayarak bir yere gelebileceğine inanmıyor. En ufak iş için araya pek çok aracı koyuyor. Torpil had safhada. Alınteri ve emeğe saygı yok. Fırsatını bulan serbest piyasa diye birbirini kandırmaya çalışıyor. Bütün bunlar, Müslümanların değer olarak iman zemininde ciddi sorun olduğunu ortaya koyuyor.

İman, aile bazında bir Müslümanın anne-babasına, eşine, çocuklarına ve akrabalarına güven vermesi, onlar için güven kaynağı olmasını ifade eder. Bunun yolu mümin bir kimsenin muhtaç olduklarında anne-babasının yardımına koşması, eşiyle birlikte sadakate dayanan güçlü bir birliktelik oluşturması, çocukları için daima tam bir güven kaynağı olması, akrabaları için de yine zor zamanda yardımlarına koşacak bir sığınak olmasından geçer. Mümin anne-baba, mümin eş, mümin çocuk ve mümin akraba, adı anıldığında muhatabını endişelendirip rahatsız etmeyen, bilakis onu rahatlatıp kendisine güven ve huzur hissi veren kimse olmalıdır.

Maalesef günümüzde pek çok anne-baba, çocuklarından ümidini kesmiş bir halde kendi başının çaresine bakmaya çalışıyor. Çocuk dendiğinde endişeleniyor, “acaba başıma şimdi hangi derdi açacak,” diyor. Boşanma oranları almış başını gidiyor, bunun en önemli sebebi eşler arasında yaşanan güven bunalımı. Eşler, evliyken birbirlerinden mal kaçırma, boşandıklarında ise çocuk kaçırma derdinde. Çocuklar, anne-baba sevgi ve ilgisinden mahrum durumda, en zor anlarında onları yanlarında bulamıyorlar. Anne-babalarının kavga ve dırdırından bıkmışlar; “gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz,” diyorlar. Akrabalar ise, birbirlerini gördüklerinde endişeye kapılıp yollarını değiştiriyorlar.

İman, millet bazında bir Müslümanın toplumuna ve devletine, milletinin de ona karşılıklı olarak inanıp güvenmesini ifade eder. Bunun yolu, onun milletinin dinine, örf ve adetine, devletinin de kurallarına severek uymasından, ülkesini maddi ve manevi her türlü kötülükten korumaya çalışmasından geçer. Aynı şekilde milletin, kendi çocuklarını ayrım gözetmeden bağrına basması, devletin de vatandaşlarına güvenmesi, koyduğu vergiler ve çıkardığı yasalarda onların işlerini kolaylaştırmaya çalışması gerekir.

Maalesef günümüzde pek çok Müslümanın bizzat kendi milletiyle ilişkisi oldukça sorunlu durumda. Öncelikle millet olarak Müslümanlar, birbirlerine yeterince güvenmiyorlar. Geri alamayacağını düşünerek, kimse kimseye borç vermiyor. Düştüğü zaman kimse kimseye yardım etmiyor. Bu nedenle herkes kendini kurtarmaya çalışıyor. Siyasi ve ideolojik sebeplerle Müslümanlar, kendi arasında sürekli kavga ediyor. Meşrep ve mezhep çekişmeleri had safhaya çıkmış durumda. Yüzlerce, binlerce Müslüman, kendi milletini ve yurdunu terk ederek Batı’ya doğru göç etmeye çalışıyor.

İman, ümmet bazında Müslümanların birbirine güvenmesini, bu güvene dayalı olarak birbirleriyle işbirliği içinde olmasını ifade eder. Bunun yolu, Arab’ın Acem’e, Türk’ün Kürd’e, Laz’ın Çerkez’e, Şii’nin Sünni’ye güvenip itimat etmesinden ve birbirleriyle kardeşçe işbirliği yapmasından geçiyor. Maalesef günümüzde Müslüman ülkeler ve devletler birbirlerine değil, gayr-ı Müslimlere güveniyor ve onlarla işbirliği yapıyorlar. Bunun ötesinde birbirlerini karşılıklı tehdit olarak algılıyor, kardeş Müslüman ülkenin zayıflaması, gerilemesi ve tökezlemesi için düşmanla birlikte mücadele veriyorlar. Bu durum, Müslümanların imanında değer yönünden ciddi bir eksiklik ve zaaf olduğunu gösteriyor.

İman, insanlık bazında Müslümanın diğer insanlara, onların da Müslümanlara güven duyup itimat etmesini ifade eder. Tıpkı Hz. Peygamber’e bütün müşriklerin güvendiği gibi. Bunun yolu, insanlara dürüst davranıp onları aldatmamaktan, onların canına, malına, iffetine, inancına ve düşüncesine saygı duymaktan geçer.

Maalesef günümüzde en büyük sorunlardan biri İslamofobi; yani insanların İslam’dan ve Müslümanlardan korkup onlara güvenmemesi. Bu konuda etkin basın yayın araçlarıyla Müslümanlar üzerinde haksız olarak olumsuz bir algı ve dezenformasyon süreci yürütüldüğü bilinen bir gerçek. Bununla birlikte bazı cahil Müslüman kimse ve kesimler, maalesef bunu haklı çıkaracak tarzda konuşuyorlar. Ayrıca bunlar tarafından ortaya konan düşünce, eylem ve tutumlar da bu korku ve düşmanlığı sürekli besliyor.

İman, dünya ve evren bazında Müslümanın canlı cansız bütün çevresine güven vermesini, bütün doğayla uyum içinde yaşamasını ifade eder. Bunun yolu, Müslümanın hayvanından bitkisine, taşından toprağına, suyundan havasına, … saygı duyup onları korumasından geçer.

Maalesef İslam coğrafyasında ciddi bir temizlik sorunu olduğu gibi, doğal yaşamı koruma konusunda da ciddi sıkıntılar mevcut. Ormanlar hızla azalıyor, hayvan türleri yok oluyor, temiz su kaynakları tükeniyor, havamız hızla kirleniyor… Kısacası Müslümanlar, bu yönden de çevresine güven vermiyorlar.

Netice itibarıyla Müslümanları değer olarak iman; yani güven açısından değerlendirecek olursak İslam aleminde her yönden ciddi bir güvenlik sorunu olduğu aşikar. Kendisine, ailesine, milletine, ümmetine ve insanlığa güven vermeyen, çevreyi tahrip edip ona sürekli zarar veren ve bu yönde hiçbir duyarlık ve hassasiyet içinde olmayan bir Müslümanın en azından değer olarak gerçek anlamda mümin olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla böyle bir kimse, doksan dokuz isminden biri el-Mümin olan Yüce Allah’a doğru bir şekilde iman etmiş sayılmaz. Nitekim bu hususta Hz. Peygamber, şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de halkın canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizî, Îmân, 12)

Bu nedenle bizlerin gerçek anlamda mümin olmaya gayret etmemiz gerekmektedir. Bunun için de imanı ve onun içerdiği inanç esaslarını içerdikleri ve temsil ettikleri değerlerle birlikte bilmemiz ve benimsememiz gerekmektedir.

Biz, bu yazı dizimizin devamında, İslam’da iman esaslarının içerdiği değerleri ortaya koymaya, diğer bir deyişle iman esaslarını birebir temsil ettikleri değerler üzerinden okumaya çalışacağız...

SÜPER LİG PUAN DURUMU

Puan Tablomuz Otomatik Güncellenmektedir.