MAZLUM BİR YÜREĞİN FERYADI...
Değerli Okurlarım,
Midhat Paşa’nın Yıldız Mahkemesi’nce işlemediği bir suçtan hakkında haksızca verilen İdam Kararına karşı kaleme aldığı aşağıdaki “Hâkimlere Hitabı” ilk defa 1910 da basılmış.
Başında gerekli açıklamaları hâvi yazısını takip eden nutkunu Osmanlıcasından tercüme ettim. (Anlaşılması zor olan bazı bölümleri parantez içerisinde sadeleştirdim.)
Bir mazlum yüreğin feryat ve figanıdır ki, bunda adaleti gözetmeyen Hâkimlere bir sesleniş, bir serzeniş ve bir manevi uyarı vardır.
Bu şâhâne hitabı siz okuyucularıma takdim etmekle müftehirim.
Midhat Paşa’nın Nutku[1]
(Midhat Paşa’nın Hâkimlere karşı irad buyurdukları tesirli makalesidir)
Mahkeme-i Cinayetin şehid-i Millet Midhat Paşa’ya idam hükmünü tefhim etmesini müteakip müşarünileyh tarafından okunan bu hutbe-i şahadet altı sene evvel desti içinde Girid’den, o bedbaht cezireden buraya getirilmişti.
(Cinayet Mahkemesinin Millet Şehidi Midhat Paşa’ya hükmünü açıklamasını müteakip adı geçen tarafından okunan bu şehadet hutbesi 6 sene önce Girit’ten testi içinde, o bedbaht adadan buraya getirilmişti.)
Hâkimler! Alçak hâkimler!
“Fehküm beynennâse ve bil-Hakkı ve’l-adli”[2]
Ey Hâkimler!
Size bir şey soracağım: Ulûhiyet ve hakikat namına yemin vereceğim. İyi düşünün ki kendilerine Cenab-ı Hakkın takdir ve ihsan etmiş olduğu cana sizin şimdi nihayet vermek istediğiniz biz mazlumların berat-ı mahkûmiyetini imzalarken, vicdanınızdan size karşı hiçbir hitab-ı ulvî gelmedi mi? Bîgünahların hûn-i nâhakkını heder için kalemleri tahrik ederken ellerinizi hiç dest-i kudret [lerze-nâk] titretmedi mi?
(Günahsızların haksız yere kanını heder için kalemleri kırılırken hiç Allah’ın kudret eli ellerinizi titretmedi?)
O dakika-i müdhişede siz, melekül-mevte vekâlet ediyordunuz. (O müthiş dakikada siz Ölüm meleğine vekâlet ediyordunuz) Hele iyi düşününüz yüreğinizde bir çarpıntı, kalbinizde hiçbir hareket his etmediniz mi? Evlat ve ehlinizin akıbet ve ahvali, karşınızda tecessüm etmemiş mi idi?
Mesuliyet-i maneviye bir dehşetli zebani heyetine girerek size de en derin bir şeyler söylüyordu. O saatte ki siz çalışmanızın mahsulü olan idam hükmünü tarihe teslim ediyordunuz. O yaldızlı kanepelerle süslenmiş mahkemenizin köşelerinde toplanmış olan ecdadınızın ruhları acı acı size bakarak canhıraşlı hitaplar ediyordu…
Söyleyin ey Hâkimler!
Bu ulvi muhatapları da işitmediniz mi? Faniler! Emin olunuz ki o dakikada kurbanlık koyunlar gibi karşınızda müttehemler (sanıklar) mevkiinde fakat “elhükmu lillah”[3] sancağı altında boyun büken ve tebliğ olunan hükmü mütevekkilane dinlemekte bulunmuş olan mazlumlar, vicdanınızın nidasını, kalbinizin sayhasını, ecdadınızın hitabını tekmil işitmiş ve o dehşetli eşkâl ve hareketi dahi aynel yakin görmüşüzdür.
Ey hâkimler!
Sizin sâmia-i idrakinize en güç giden doğruluktur. Basiretinize en vahşi görünen ise hakikattir. İşte yine tekrar ediyorum. Bakınız! Vicdan size nasıl hitap ediyordu.
Diyordu ki:
Hâkim [yed-i kudrettir] kudret elidir. Yed-i Kudret cellat olmaz. Hâkim, hâris-i haktır [hakkın bekçisidir] , hakka karşı silahlanmaz. Hâkim abd-i adalettir [adaletin kuludur] , zulmün önünde tapınmaz. Hâkim kal’a-i seyyâre-i metanettir [metanet gezegeninin kalesidir]. Değme sadmatle rahnedâr olmaz. [Değme saldırılarla yıkılmaz]. Hâkim hatîb-i münîr-i hürriyettir. [Hürriyet ışığının hatibidir], dellâl-i esaret [ esaretin duyurucusu] olmaz. Hâkim mimâr-ı harabât-ı vatandır [vatanın harabelerini mamur edendir]. Gümüşlü kalemi evler yıkmakta ve canlar yakmakta değil, zulme ve mütegallibenin başını ezmekte kullanır.
İşitiyor musunuz ey menfaatper sitan-ı gaflet [Menfaat seven gaflet alıcıları]!
Vicdanınız size işte böyle hutbe-i dehşetengiz irad ediyordu. Hele ecdadınızın hitapları, daha ulvi daha müessir idi.
Hükm-i zâlimâne ya zulm-i hâkimâne bize tebliğ olunurken ervâh-ı müctemianın her biri kendine müteallik hâki bir nazar-ı âteşîn ile bakarak diyordu ki:
(Hâkimâne zulüm ve Zâlimâne hüküm bize tebliğ olunurken toplu ruhların her biri kendine has yakıcı bir bakışla bakarak diyordu ki):
“Tebbet yeda”! Ey şerr’ül halef! (Elin kurusun ey şerrin halefi) Yaptığın şeyin encamını düşünüyor musun? Veya gittiğin beyaban vahşetin [vahşet çölünün] menzilini tasavvur ediyor musun? Sen vaktiyle kim idin? Bir necib, bir melek… Ya şimdi ne oldun? Bir şeytan, bir akrep, bir ifrit… Evvel kim idin? Bir insan, bir hamiyetkar, şimdi ne oldun? Bir katil, bir canavar… Ya Rab! Fıtrat-ı beşer de mevsimlere, zamanlara mı tebaiyet eder?
Zira saat-i tahvildeki kudretini [değişim vaktindeki gücünü] onlardan da ileri götürmek istiyor.
Hâkim!
O elindeki yağlı paçavra nedir? İdam ilamıyla acaba hangi Allah’ın binasına [binai-llaha) kundak sokacaksın yeri yakacaksın? O ağzındaki zağlı [keskin] hançeri hangi mağdurun kalbine saplayacaksın? O nedir? Yeşil masa üzerinde katrana bulanmış bir takım ipler duruyor! Onları hangi bi-günahın gerdanına takacaksın?
Kalk ey hâkim sıfatında yaratılmış olan canavar!
Kalk hançerini, tırnaklarını bir daha zağla [bile]. İplerini katrana değil, zehir fıçılarına daldır, hazır karşında duran şüheday-ı hürriyetin (hürriyet şehitlerinin) kolları, bağrı açıktır. Hançerinle yüreklerini, tırnaklarında gözlerini oy!
Ey! Niçin duruyorsun! Ellerin ne için titriyor? Hiç fırsat fevt etmek cellada, insan parçalarken titremek canavara yakışır mı?
Yürü ey kasab-ı salhane-i hamiyet! [hamiyet mezbahasının kasabı]
Şu karşındaki kefen-ı pûşan-ı hürriyetin [hürriyet kefenini giyenlerin] kanlarını saç! Senin için rütbeler, mansıplar müretteptir. Maaşlar, atiyeler âmâdedir. Sakın Allah’ı düşünme!.. Azm-ı celâdetinle masumları mahvet. Sonra tüyü bitmedik yetimleri, saçı ağarmış analarını birer birer boğabilirsin. Nişan ve imtiyaz hazırdır. İşittiniz mi?
İşte ecdadınızın her birinden sadır olan hitaplar bu idi.
Ey hâkim!
Biraz da beni dinleyin! Sizce malum olmak gerektir ki dünya denilen şu harabezar, fâni garib bir dâr-ı imtihandır. Ezvâk u lezâidi [Zevkleri ve lezzetleri] ise hayal ve efsanedir. Her ömürde bir nihayet mukarrerdir. Gelenlerden bu asırda kim kalmış ki, bu dünyada hâkim-i galib olsun. Herkesin ric’atgâh-ı ebedîsi [ebedi döneceği yer], şu üzerinde ebediyet tasavvur ettiğimiz kara toprağın altıdır.
Hâkimler!
Mahşer’ullâha [Allah’ın mahşer gününe] itimat edin. Kıyamet muhakkaktır. Mazlumun hakkını alacak bir Mahkeme-i Kübra var. Katillerin a’mâlini [amellerini] tartacak bir mizan-ı adl ve hak var. Bu yalan dünyada en denî [aşağılık] bir menfaate, en hasis bir emele mağlup olup da saadet sarayı din ve dünyayı yıkmak insanların ve hele hâkimlerin, bî-günahlar vatan kurbanı gidiyor… Tak ipini bakalım!
Yakında, mahkeme-i rûz-i cezada [ceza günü mahkemesinde] görüşürüz… Haydi, durma çek!
El-Hükmü lillah…[4]
Tüm okuyucularımın Kurban Bayramlarını tebrik eder, bayramın ülkemize, Türk ve İslam Dünyasına barış ve huzur getirmesini dilerim.
[1] FERYAD U FİGANLAR
Midhat Paşa’nın Hâkimlere Karşı irad buyurdukları makale-i müessiresi-Midhat Paşa’nın zat-ı şahaneye meşrutiyetin vaz’ına dair takdimine cür’et-yâb eylediği Lâyiha-i müessiresi
Tab’ı ve nâşiri
Fazıl ve Karabet
Fiyatı 1 kuruştur
Şirket-i Sahafiye-i Osmaniye Matbaasında tab olunmuştur. İstanbul 1326 (1910)
[2] İnsanlar arasında Hak ve adaletle hükmet.
[3] Hüküm Allah’ındır.
[4] Hüküm Allah’ındır.