TEMİZ KALAMADIK, DÜŞÜNCE BATAKLIĞA DÜŞÜNCE, KİRLENDİ...
ÇÖL MEVSİMİ
Şu vicdanlardaki dinmeyen isyan, figan ve feryat
Kupkuru düşünce, ne bir fikir kaldı, ne de fikriyat
Bataklığa olta atan alık, kalmadı bu balçıkta balık
Dikildi ruhuma gök delen, nerede icraat ve filiyat
Turi Totales (Turan Aslantürk)
Değerli dostlar, her yüz yılın bir ruhu vardır. Yeryüzündeki olan olayları değerlendirirken ve geçmiş tarihi hadiseleri incelerken, ilgili yüzyılın kendi ruhu içinde masaya yatırmak gerekir. Tarihi hadiseleri yaşandıkları dönemin ruhu ile ele almayan tarihçiler toplumu hep yanlış yönlendirmişlerdir. Cereyan eden olayları, ya günümüzün dar bakış açısı ile değerlendirmişler, ya da art niyetli olarak geçmiş tarihi olayları günümüz çıkar ve menfaatlerine heba etmişlerdir. Buna en iyi örnek olarak Birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı Devlet-i aliye tarafından yapıldığı iddia edilen, Ermeni soykırımı ve Yahudilere hitler tarafından yapıldığı iddia edilen Holokost katliamıdır.
Birinci dünya savaşı öncesinde Osmanlı Devlet-i Aliye’si çok uluslu ve çok çeşitli milletlerden oluşuyordu. Farklı dinlere mensup milletler; kendi örf adet ve gelenek, göreneklerini Osmanlı tabası altında özgürce yaşıyor, diğer komşuları ile iyi ilişkiler geliştirmişlerdi. Ortak birçok anılara sahiptiler.
Türkler Orta Asya bozkırlarında atlarının sırtında, göçebe hayatı yaşarken dahi, bilime, kültüre, sanata, olağan üstü önem vermişlerdir. Bir yerden bir başka yere göç ederken, yol boyunca hep kopuzlarını yanlarında götürmüşlerdir. Gerek halk ozanları ve halk aşıkları üzerinden, gerekse hikaye, destan ve masal türlerinin en güzel örneklerini günümüze bu yolculuklarında kazandırmışlardır. Ortaya konan bu eserler, anlatıcılar tarafından sözlü olarak, geçmiş tarihi olayları gelecek nesillere dilden dile, gönülden gönüle aktarılmıştır. Daha sonraki yıllarda Türklerin tarihi yolculukları, onların Anadolu’ya gelirken, birçok milletle ve dini, fikri, düşünce akımlarıyla tanışmalarına neden olmuştur.
İşte bu tarihi yolculuklarında erken dönemde İslamiyet’le tanışmışlardır. Kendi yaşam tarzlarına, örf, adet ve geleneklerine birçok noktada uygun olan, yeni kabullendikleri bu din anlayışının yeryüzünde bayraktarlığına soyunmuşlardır. İslamiyet üzerinden kültür ve ruh dünyalarını yeniden formatlamışlar. Kendilerine İslam dininin sunduğu; bilim, teknoloji ve insani erdemlerle tarihi yolculuklarında başarıdan başarıya koşmuşlardır. İslam kültür, sanat, fikir dünyasına bir birinden değerli birçok eseri hediye etmişlerdir. Ayak bastıkları topraklarda zulüm ve haksızlıklara karşı pusatları ile son vermiştir. Gönül erleri; alperenleri, dervişleri, mürşidleri ve dahi alimleri ile bu toprakları karış karış dolaşmışlardır. Buralarda yaşayan mazlum halkın ruh dünyalarına, binlerce cennet çiçeklerinden oluşan bahçeler kurmuşlardır. Böylece kurdukları küçücük obaları, beyliklere; beylikleri büyümüş serpilmiş devletlere dönüşmüştür. Nihayetinde devletleri üç kıtaya hükmeden Devlet-i aliye’ye ulaşmıştır. Bu gün üzerinde yaşamaktan iftihar ettiğimiz cennet vatan Anadolu, bu binlerce cennet bahçesinden elimizde kalan son bahçedir.
Peki kıymetli dostlarım; kafa tasımızı iki elimizin arasına alıp, beynimizin dibinde kalan, geçmişe dair, son düşünce kırıntılarını ortaya çıkarmak adına, mengene gibi hiç sıkıştırdık mı? Eminim bir çoğumuz bu durumun farkında bile değiliz. Peki; ya da düşmanlarımız savaş meydanlarında bizim pusatlarımızı, yaylarımızı, kılıçlarımızı yenememişken, önümüzden yel gibi kaçarken, bizler bu duruma nasıl geldik? Düşmanlarımız bize karşı ilk galibiyetlerini nerede kazanmışlardı? Savaş meydanlarında mı, yoksa ruh düşünce, inanç dünyamızda mı? Bize ilk yenilgiyi hangi meydanda tattırdılar?
At sırtında sözlü düşünce ve fikriyatla hep ayakta olan bir millet, İslami yerleşik yaşam tarzı ile kıyama kalkmış, üç kıtada yaşayan insanlara adaletle hükmetmiş, mazlumlara abı hayat suyu taşımıştır. İşte bizim bu sırrımız açık olmuş, düşman eline geçmiştir. Artık düşmanlarımız bizim karşımızda görünmez silahları olan, fikri zehirleri, kirli düşünceleri ve kin, nefret, ayrılık tohumları ile karşımıza çıkmaktadırlar. Bizim bozkıra dönüşen tarlalarımızı her mevsim hiç boş bırakmıyorlar. Ruh, fikir ve düşünce tarlalarımız çakıl taşları, ayrık otları, çakırdikenleri ile kaplanmış, fikir bahçelerimizin suyunu kurutmuşlardır. Ektiğimiz tohumlar mahsule dönmeden, diktiğimiz fidanlar ağaç olamadan, meyve vermeden kuruyup gidiyor. Öyle bir mevsimdeyiz ki, baharlarımız çoktan kara kışa dönmüş, yazlarımız çöl sıcaklarına teslim olmuştur.
Ailede dedelerimizi, ninelerimizi, evlerimizden uzaklaştırdık, huzursuz evlere yalnız başlarına, çaresizlik içinde terk ettik. Bir hayır dualarına muhtacız artık. Kısır maddi dünyamıza yenik düştük, anne ve babaları fabrikalara sabah namazından önce gönderdik. Ve taze fidanlarımızı, göz bebeklerimiz, çocuklarımız, artık sosyal medya cambazlarına, televizyonlardaki, sinemalardaki sirk hokkabazlarına emanet ettik. Zararlı fikirler ve düşünceler çöplüğünde, Google amcaları ile birlikte onları yedi yirmidört tavuklar gibi deşelenmeye terk ettik.
Rabbim bu durumu uyanışa vesile kılsın, bizleri düştüğümüz yerden, fikir, ruh ve düşünce dünyamızdan ayağa kaldırmayı nasip etsin.