TOPLUMDA GİDEREK ARTAN ŞİDDET VE ÖTEKİLEŞME DUYGUSU…
Toplumda giderek artan şiddet olaylarının sebepleri çeşitlidir ve bu kompleks sorunu anlamak için çok yönlü bir bakış açısı gerektirir. Birinci olarak, ekonomik faktörler önemli bir rol oynar. İşsizlik, yoksulluk ve ekonomik eşitsizlikler, bireyler arasında stres, öfke ve umutsuzluk duygularını artırabilir. Bu duygusal durumlar, şiddete başvurma olasılığını yükseltir. Ekonomik zorluklar aynı zamanda aile içi gerilimleri de artırarak, ev içi şiddet vakalarını tetikleyebilir.
İkinci olarak, sosyal ve kültürel faktörler de şiddeti besleyen unsurlar arasındadır. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, kadına yönelik şiddeti normalleştirebilir. Ayrıca, şiddeti meşrulaştıran veya teşvik eden medya içerikleri ve popüler kültür unsurları da şiddetin artmasında etkili olabilir. Gençler ve çocuklar üzerinde özellikle güçlü bir etkiye sahip olan bu unsurlar, şiddetin kabul edilebilir bir davranış biçimi olarak algılanmasına yol açabilir.
Üçüncü olarak, eğitim sistemindeki eksiklikler ve aile içi eğitimin yetersizliği de şiddet olaylarının artmasında etkili olabilir. Problem çözme becerileri, empati kurma ve duygusal zekâ gibi yaşamsal becerilerin yeterince geliştirilmemesi, bireylerin çatışma ve stres durumlarında şiddete başvurmasını kolaylaştırabilir. Toplumun her kesiminde şiddetin önlenmesi ve azaltılması için bu faktörlere yönelik kapsamlı ve çok boyutlu stratejiler geliştirmek gerekmektedir.
Ötekileştirme, bireylerin veya grupların, çeşitli nedenlerle toplumun geri kalanından ayrıştırılarak marjinalleştirilmesi sürecidir. Bu, cinsiyet, ırk, etnik köken, din, cinsel yönelim gibi çeşitli faktörlere dayanabilir. Ötekileştirmenin sonuçları hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin ve uzun vadeli olabilmektedir.
Bireysel düzeyde, ötekileştirilen kişilerde düşük özsaygı, yalnızlık, depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlar görülebilir. Bu durum, kişinin toplumsal hayata katılımını engelleyebilir, eğitim ve iş hayatında fırsat eşitliğini ortadan kaldırabilir. Ötekileştirilmiş bireyler, toplum tarafından kabul görmediklerini hissettikçe, kimliklerini ve aidiyet duygularını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar. Bu, bireyin kendini geliştirmesini engelleyen, psikolojik ve sosyal açıdan zarar veren bir döngüye yol açabilir.
Toplumsal düzeyde ise ötekileştirme, toplumun bütünlüğünü tehdit eder. Topluluklar arası kutuplaşmayı ve çatışmayı körükleyebilir. Ötekileştirilen gruplar, toplumun genelinden izole edildiğinde, bu durum sosyal uyum ve huzurun bozulmasına sebep olabilir. Ayrıca, ötekileştirme, toplumun çeşitliliğinden ve farklı kültürlerin zenginliklerinden yararlanma potansiyelini azaltır. Her bireyin ve grubun topluma katkıda bulunabileceği, çeşitliliğin bir zenginlik kaynağı olduğu anlayışının benimsenmesi, ötekileştirmenin yıkıcı etkilerini azaltabilir ve toplumsal bütünlüğü güçlendirebilir.
O halde şiddetin ve ötekileştirmenin önüne toplumsal barış ile geçilebilecektir
Toplum barışı, bir topluluğun huzur ve istikrar içinde yaşaması için temel bir öneme sahiptir. Bu durum, bireylerin bir arada, çatışma ve anlaşmazlıklardan uzak, uyum içinde yaşamalarını ifade eder. Toplum barışının sağlanması, sosyal adalet, eşitlik ve her bireyin haklarına saygı duyulması üzerine inşa edilir. Bu, sadece bireylerin kendi iç huzurlarını bulmalarını değil, aynı zamanda toplumun genel refah düzeyinin artmasını da sağlar.
Toplumda barışın korunması, ekonomik kalkınma ve sosyal ilerlemenin anahtarıdır. Barışçıl bir ortam, yatırımların artmasına, iş imkanlarının genişlemesine ve eğitim kalitesinin yükselmesine zemin hazırlar. Böylece, toplumun her kesiminden bireyler, yeteneklerini ve potansiyellerini tam anlamıyla kullanma fırsatı bulur. Bu durum, toplumsal eşitsizliklerin azalmasına ve daha adil bir toplum yapısının oluşmasına katkı sağlar.
Ancak toplum barışının sürdürülebilmesi için, bireylerin ve kurumların sürekli bir çaba göstermesi gerekmektedir. Diyalog ve empati kurma, çatışmaları barışçıl yöntemlerle çözme, farklılıklara saygı gösterme ve sosyal adaleti teşvik etme, toplum barışının korunmasında kilit rol oynar. Her bir birey, kendi davranış ve tutumlarıyla toplum barışına katkıda bulunabilir. Böylece, birlikte yaşamanın getirdiği zenginliği kutlayarak, daha huzurlu ve adaletli bir toplum inşa edilebilir.