İSLAM’I DEĞERLER ÜZERİNDEN OKUMAK...
“Allah katında din, şüphesiz İslam'dır…” (Âl-i İmran 3/19)
⁎ ⁎ ⁎
İslam, özelde Hz. Peygamber’in Kur’an vahyine dayalı olarak getirdiği son ilahi dindir. Genelde ise, uygulamada bazı farklılıklar olsa da bütün peygamberlerin kutsal kitaplara dayalı olarak bildirdikleri ilahi dinin ortak adıdır.
Daha genel anlamda İslam, evrende hakim olan maddi manevi yasaların ve işleyiş düzeninin adıdır. Bu üç farklı hususa İslam adının verilme nedeni, İslam’ın özünde yani kök anlamında saklıdır. Kelime olarak İslam, “boyun emek, itaat etmek, kurtuluşa ermek, barış yapmak” gibi anlamlara gelir. Buna göre İslam, Allah’ın koyduğu yasalara boyun eğip itaat etmek suretiyle kurtuluşa yani huzura ermeyi ve barış ortamına girmeyi ifade eder. Dolayısıyla İslam’ın hedefi muhatabını huzura erdirmesi, göstergesi de bulunduğu yerde barış ortamının oluşmasıdır.
Hz. Peygamber, Kur’an vahyi aracılığıyla muhataplarına bir takım inanç, ibadet-muamelat ve ahlak esaslarını bildirmiştir. Bunları benimseyerek Müslüman olanlar, bir müddet sonra hem ferdi, hem ailevi, hem de toplumsal anlamda madden ve manen huzura ermiş ve onların bulundukları ortamlarda barış ve kardeşlik hakim olmuştur.
Geçmiş peygamberler de, aynı inanç, ibadet ve ahlak esaslarını bildirmiştir. Bu daveti kabul edip Müslüman olanlar, kısa bir müddet sonra ortaya kendi şahıslarında, ailelerinde ve toplumlarında huzur ve barışa ermiştir. Diğerleri ise, kendi şahıs, aile ve toplumlarında çatışma halinde oldukları gibi, kıskançlıkları sebebiyle Müslüman olanlara saldırmış ve onların da barış ve huzurunu bozmaya çalışmıştır.
Evrende de nihai planda İslam’ın yani barış ve huzurun hakim olduğunu ifade etmiştik. Bunun en büyük delili, üzerinde yaşadığımız dünya üzerinde binlerce milyonlarca yıldır süregelen yaşamdır. Evet rüzgarlar esip fırtınalar çıkmakta, yağmurlar yağıp seller basmakta, depremler olup yerler yarılmakta, büyük balıklar küçükleri yemekte, aslanlar ceylanları öldürüp yemekte…
İlk bakışta bunlar bir tür kargaşa ve kötülük gibi algılansa da, insanoğlu müdahale etmediği müddetçe sonuçta ormanlar da, denizler de, ovalar da,… her mevsim kendilerini yenilemekte, içindeki yüzlerce binlerce bitki ve hayvanla tertemiz ve pırıl pırıl bir şekilde varlığını sürdürmekte ve bizim yaşamamıza mekânsal zemin hazırlamaktadır. Çünkü evrendeki bütün varlıklar yaratılış itibarıyla Müslüman yani barışsever olduğu gibi, evrende de nihai planda İslam yani barış ve huzur hakimdir.
Bütün bunları dikkate aldığımızda İslam’ın temsil ettiği temel değerin barış ve huzur olduğunu söyleyebiliriz. Şayet bir de yerde İslam varsa orada barış ve huzur olmalıdır. Barış ve huzur yoksa İslam adına inanç, ibadet-muamelat veya ahlak itibarıyla bir takım sorunlar var demektir. Dolayısıyla barış ve huzur, söz konusu İslami esasların sıhhatinin en önemli göstergesidir.
Bu noktada değer olarak Müslüman da, her zaman için barış ve huzur arayışı içinde olan, dolayısıyla tercihini kavga ve çatışmadan yana değil, bilakis daima barış ve huzuru tesis etmeden yana koyan kimse demektir. Şayet bir Müslüman, kendi şahsında, ailesinde ve toplumunda barış ve huzurun kaynağı ve temsilcisi değil de, sürekli kavga ve çatışma unsuru oluyorsa, bu durumda onun inanç, amel ve ahlakında bir takım sorunlar var demektir.
Ya bunlardan yoksundur. Ya da bunların gayesini anlamamış demektir. İslam, fert bazında bir kimsenin öncelikle kendi şahsında madden ve manen barış ve huzuru tesis etmiş olmasını ister. Bunun yolu, Müslümanın ruh ve beden olarak birlik ve bütünlük içinde olması, dolayısıyla inancıyla düşüncesinin, düşüncesiyle konuşmasının, konuşmasıyla eyleminin, eylemiyle de tutumunun birbiriyle uyum içinde olmasından geçer. Şayet bunlar arasında bir tür çelişki ve çatışma varsa, bu durumda onun Müslümanlığında sorun var demektir: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff 61/14)
Maalesef günümüzde pek çok Müslüman, bu yönden sorunlu durumda. Fakat pek çoğu bunun farkında bile değil. Namaz kılıyor fakat kendini kötülüklerden alıkoyamıyor, oruç tutuyor fakat nefsine hakim olamıyor, sadaka ve zekat veriyor fakat kazancına haram karıştırıyor, umre ve hacca gidiyor fakat millet ve ümmet bilincinden yoksun bulunuyor.
İslam, kişinin aile bazında anne-babası, eşi, çocukları ve akrabalarıyla barış; yani birlik ve beraberlik içinde olmasını ister. Bunun yolu, Müslümanın anne babasına saygı duyup vakti geldiğinde onların ihtiyaçlarını karşılaması, eşine karşı sadakat içinde olup onunla sağlam bir birliktelik oluşturması, çocuklarına karşı sevgi gösterip onları en güzel şekilde yetiştirmesi, akrabalarına karşı ilgi ve duyarlılık içinde olup kendilerine haklarını vermesinden geçer: “Akrabaya da hakkını ver.” (İsra 17/111)
Maalesef günümüzde pek çok Müslüman, bu yönden de sorunlu durumda. Müslümanların çoğu, anne babasıyla sudan sebeplerle ciddi sorunlar yaşıyor ve onları ihmal ediyorlar. Eşler arasında güven ve işbirliği kayboldu, birbirlerini rakip görüyor ve en ufak bir anlaşmazlıkta hemen boşanıp yuvalarını yıkıyorlar. Çocuklar ya dünya telaşıyla ihmal ediliyor, ya aşırı şımartılıyor, ya da boşanma sonrası annesiz veya babasız bırakılıyor. Akrabaların hemen tamamı dedikodu veya maddi sebeplerle birbiriyle küs ve kavgalı. Bu noktada herkes birbirini suçluyor ve kimse kendi İslam’ını sorgulamıyor.
İslam, kişinin millet bazında toplumu ve devletiyle barış; yani birlik ve beraberlik içinde olmasını ifade eder. Bunun yolu, Müslümanın milletini sevmesi, onun bilhassa fakir, yaşlı, hasta, engelli ve kimsesizlerine sahip çıkması, farklı kesimlerinin görüş ve davranışlarına saygı duyması, devletinin kurallarına uyması, vergisini tam olarak vermesi ve vakti geldiğinde askerliğini severek yapmasından geçer.
Maalesef günümüzde pek çok Müslüman, bu yönden de sorunlu durumda. Müslümanların çoğu, milletinin düşkünlerinden bihaber varlık, makam ve güç sahiplerinin peşinden koşuyor. Solcu-sağcı, milliyetçi-İslamcı, alevi-sünni, … adı altında farklı kesimleri ötekileştirip şeytanlaştırıyor. Devletinin kurallarına uymuyor, vergisini tam vermiyor ve sürekli bedelli askerlik bekliyor. Herkes kendisini dinin ve milletin yegane hakiki sahibi görüp sürekli diğerini suçluyor, fakat kimse bu sorunları ortadan kaldırmak için kendi Müslümanlığını sorgulamıyor. İslam, kişinin ümmet bazında bütün Müslümanlarla barış; yani birlik ve beraberlik içinde olmasını ifade eder. Bunun yolu, Müslümanın Arabı ve Acemiyle bütün Müslümanları sevmesi, onların dertleriyle dertlenmesi, kendileriyle işbirliği arayışı içinde olması ve düşmanlarının saldırısı karşısında onlara yardımcı olmaya çalışmasından geçer.
Maalesef günümüzde pek çok Müslüman, bu yönden de sorunlu durumda. Müslümanların çoğu kimi Araplık, kimi Acemlik davasıyla birbirlerine kem gözle bakıyor. Sünnilik, Şiilik ve Selefilik davası güdüp yabancı milletlerin yardım ve desteğiyle birbirlerini öldürüyorlar. Gayr ı Müslimler tek millet olup Müslümanlara saldırırken yek vücud olup ümmetin zayıflarını savunamıyorlar.
İslam, kişinin insanlık bazında bütün milletlerle barış; yani birlik ve beraberlik içinde olmasını ifade eder. Bunun yolu, Müslümanın diğer insanların canına, malına, namusuna, inancına ve düşüncesine saygı duymasından geçer. Zarurat-ı Diniyye’ye göre hiçbir Müslümanın kim olursa olsun haksız yere bir başkasının can, mal, ırz, inanç ve düşüncesine saldırması söz konusu olamaz: “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide 5/32)
Günümüzde Müslümanların çoğu olmasa da bir kısmı, bu yönden sorunlu durumda. Maalesef bazı Müslümanlar, bir takım haksız gerekçelere sığınarak hem birbirlerinin, hem de diğerlerinin asli insanı değerlerine saldırmayı mübah görüyor. Bu durumda haksız bir şekilde İslam şiddet dini, Müslüman da şiddet yanlısı olarak lanse ediliyor. Bu noktada her Müslümanın, duygu ve hislerine göre değil, İslam’ın temel prensiplerine göre hareket etmek zorunda olduğunu bilmesi gerekir.
İslam, kişinin dünya ve evren bazında bütün doğa ve çevreyle barış; yani birlik ve beraberlik içinde olmasını ifade eder. Bunun yolu, Müslümanın taşı toprağı, havası suyu, bitkisi hayvanıyla dünya üzerinde yer alan canlı-cansız bütün varlıklara saygı duyması, onların yaşam alanlarını korumaya çalışmasından geçer. Sonuçta doğanın korunması, sadece diğer varlıkların değil, bilakis biz insanoğlunun yaşamının da teminatıdır.
Maalesef günümüzde pek çok Müslüman, bu yönden de sorunlu durumda. Müslümanların çoğu çevre bilincinden yoksun. Ellerine geçen her şeyi sorumsuzca etraflarına atıyorlar. Bu nedenle gerek ülkemizde, gerekse İslam dünyasında ciddi bir temizlik sorunu var. Güzel ülkemiz, kağıt, pet şişe ve sigara izmariti çöplüğüne döndü. Denizlerimizde balıklar ölmeye başladı…
Kendisiyle, ailesiyle, milletiyle, ümmetiyle, insanlıkla ve çevresiyle barış ve huzur içinde olmayan, bu yönde hiçbir gayret ve çaba göstermeyen, bilakis tercihini daima kavga ve çekişmeden yana yapan bir kimsenin gerçek anlamda Müslüman olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla böyle bir kimse, her şeyi İslam; yani barış üzere yaratan ve bizlere de Müslüman; yani barış yanlısı olmamızı emreden Yüce Allah’a da doğru bir şekilde iman etmiş sayılmaz. Nitekim bu hususta Hz. Peygamber, şöyle buyurmaktadır: “Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı (yani barışı) yayınız.” (Müslim, Îmân 93)
Netice itibarıyla bizlerin gerçek anlamda Müslüman olmaya gayret etmemiz gerekmektedir. Bunun için de İslam’ı ve onun iman, ibadet ve ahlak esaslarını içerdikleri ve temsil ettikleri değerlerle birlikte bilmemiz ve benimsememiz gerekmektedir.
Biz, bu yazı dizimizde, öncelikle İslam’da iman esaslarının içerdiği değerleri ortaya koymaya, diğer bir deyişle iman esaslarını temsil ettikleri değerler üzerinden okumaya çalışacağız...