İbrahim YILDIRIM

[email protected]

MUHBİRLİK - JURNALCİLİK – İSPİYONCULUK...

Sultan Abdülhamid, jurnalcilere para verirdi. Bu nedenle herkes aklına geldiğince jurnalde bulunur, karşılığında aldığı ihsanlar onlar için geçim kaynağıydı.

“Başmabeyinci merhum Hacı Ali Paşa, Abdülhamid’e her gün takdim edilen yüzlerce jurnal münasebetiyle “günde bir kaç yüz jurnal veriyorlar, hepsi yalan, dolan. Zahmet çekip okuyorsunuz” demiş, o da “bu jurnallerin çoğunun yalan dolan olduğunu ben de biliyorum; fakat bunların elbette iki tanesi doğrudur. Bu sebeple hepsini okumak lazımdır” cevabını vermiş.[1]

“Şu otuz iki sene zarfında ülkenin her tarafı Hafiye memurlarla doldu. Milyonlarca hafiyeler tayin tayin edildi.  Osmanlı memurlarının önemli ve büyük kısmını bunlar teşkil ediyordu. “

“Hafiyelik kuvvetiyle kadınlar taifesi bile bir adamın tâ harimine kadar tecavüze yöneldiler. Fırsatı mağduriyetten mağduriyete, musibetten musibete ve felaketten felakete uğratırlar idi. “

“Bunların, maddi istifade veyahut taltif ve terfiini gerektiren bir halden dolayı verdikleri jurnal üzerine bir kimsenin veya ailesinin görevden alınıp uzaklaştırılması ile genel hukuk kaldırılırdı. Bu gibi devlet ve millet büyükleri hakkında iyi ve kötü sözler söyleyen veyahut Devlet ve Millet hakkında gazete ve dergi neşredenlerle bunları okuyup mütalaa edenlerin veya “Jön Türk” adıyla söz söyleyen veya birkaç kişi toplanarak eğlenenlerin veya Devlet, Adalet, Millet, Hamiyet ve Vatan sözlerinden birini ağzına alan veya mühimce bir makale yazan veyahut kaside veya hicviye yazanların her biri bir iftira ile bazısı maaşlı bazısı maaşsız bazısı da kalebentlik cezasıyla Rodos, Akka, Taif, Yemen, Halep, Sivas, Kastamonu, Diyarbekir ve Adana Vilayetlerine tard edilir ve uzaklaştırılırdı. “

32 sene zarfında İslam ve Hristiyandan seksen bin kişi uzaklaştırıldı. Bu rakam mübalağasızdır. Lakin büsbütün haksız dahi değildir. Sürgünlerin  %80’i mağdur ise de geri kalanı bu hale müstehak olmuştur. İş karışınca rahat durmayanların adedi çoğaldı. Bazıları memuriyet kapmak veya maaşa nail olmak için devleti huzursuz etmeye başladılar. Bu rahatsızlık yağmacılık neticesidir. Buna Sadrazam ve Vükelâ dahi iştirak etti ve resmî bir irtikâp kapısı açıldı.[2]

Padişaha bol miktar jurnal verenlerden biri de Mahmud Celaleddin Paşa idi. Onun tercüme-i halini arz edeyim:

MAHMUD CELALEDDİN PAŞA’YA DAİR[3]

Mahmud Celaleddin Paşa, 1833 de İstanbul’da doğdu. Bayezid Rüşdiyesi ile Dar’ül-Maarif’te okudu ve Medrese dersi de gördü. 1853 de Mülazım olarak Meclis-i Vâla Mazbata Odasına girerek bir sene sonra 16 yaşındayken 200 kuruş maaşa geçti. Daha sonra memuriyeti ve maaşı yükseldi. 1861 Temmuzunda 3.000 kuruş maaşla Meclis-i Vâlâ Başkâtip muavinliğine tayin edildi. İfadesi açık ve kalemi seri idi. Bir sene sonra muavinlikten Başkâtipliğe yükseldi.

1867 de Âli Paşa ile birlikte Girit Adasına ıslahat maksadıyla gitti. Dönüşünde 10.000 kuruş maaşla yeni kurulan Şûrâ-yı Devlet üyeliğine ve buna ilave olarak da Şûra Başkâtipliğine tayin olunur. Bir az sonra maaşı 12.000 kuruşa çıkarılır.

1870 te Bâlâ rütbesi ve 15.000 kuruş maaşla, Dâhiliye Müsteşarı ve sekiz ay sonra 20.000 kuruş maaşla “Amedci”[4] olduysa da sekiz ay sonra azledilerek bir buçuk sene maaşsız açıkta kaldı. İşte bu sırada meşhur Şefiknâme şerhi olan “Ravzatül Kâmilîn” isimli eserini kaleme aldı.

1873 Şubatında 9.000 kuruş maaşla Adliye Teşkilatına bağlı Muhâkemât Dairesi üyeliğine tayin ve 1875 de 14.000 kuruşla ikince defa Âmedci oldu, bir sene sonra maaşı 15.000 kuruşa çıkarıldı.
Sultan Abdülaziz’in hal’i, V. Murad ve Abdülhamid’in cülusları esnasında âmedcilikte bulunuyordu.
1878 de azlolunduktan iki ay sonra 9.000 kuruşla Şûrâ-yı Devlet azalığına tayin oldu.
17 Mayıs 1880 de Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanlığına getirildi.

Abdülaziz’İn hal’inde iddia edilen ölümünde dahli olanların soruşturmasındaki faaliyeti ve verdiği jurnallerle sadakatini ispat etmiş olmasından dolayı (!) meşhur Yıldız Mahkemesini müteakip 1881 Kasım’ında vezir oldu.

Hakkındaki teveccühe dayanılarak Tanzimat Dairesi Resiliği uhdesinde kalmak kaydıyla 31 Mayıs 1885 de ayrıca 10.000 kuruş maaşla Nafia Komisyonu üyeliğine getirildi.

Mahmud Celaleddin Paşa 1887 de 500 altın harcırah ve ayrıca olağanüstü masrafları için 4.000 altın verilerek Girit’teki karışıklığın yatıştırılması ve tahkikat yapılması için fevkalade memuriyetle Girit’e gönderildi. Sükûneti sağlamaya muvaffak oldu. Dönüşte Sisam Adasına da uğrayarak orada da asayişi sağlamayı başardı.
Dönüşünden sonra 1887 Aralık ayında Maliye Nazırı oldu.

Bu nazırlığı zamanında sarraflarla beraber geciken askeri maaşlarını kırdıranlardan külliyetli miktarlarda menfaat sağladığı, askeri teftiş komisyonu başkanı Necip Paşa tarafından şikâyet ve soruşturma sonucunda da atamasının dokuzuncu ayı olan 1888 Ağustosunda azledildi. Fakat bu durum padişahın teveccühünü bozmadı.

13 Haziran 1889 da ikinci defa aynı yetkilerle Girit’e gönderildi. Dönüşünde Devlet Tanzimat Dairesi Başkanlığına getirildi ise de istifa etti ve 15.000 kuruş mazuliyet maaşı bağlandı. İki ay sonra 17.000 kuruş maaşla Hüdavendigar (Bursa) Valiliğine atandı.

30 Ağustos 1891 de 30.000 kuruş maaşla Ticaret ve Nafia Nezaretine tayin edildi. On bir gün sonra Girit Vali vekilliğine gönderildi.

30 Temmuz 1894 de İstanbul’a döndü ve 20.000 kuruş mazuliyet maaşı bağlandı. Aynı sene Denk Bütçe Komisyonu ikinci reisliğine tayin edildi.

1895 de mazuliyet maaşı padişahça 30.000 kuruşa çıkartılmıştır.

6 Kasım 1895 de 30.000 kuruş maaşla 2. Defa Ticaret ve Nafia Nazırı oldu. 9 gün sonra maaşı 40.000 kuruşa yükseltildi. Mali durumun düzeltilmesi için oluşturulan komisyona Reis yapıldı.

18 Ocak 1899 da ameliyat sonucu vefat ederek Yahya Efendi kabristanına defnedildi.

KİŞİLİĞİ VE İSTİDADI

Mahmud Celaleddin Paşa, kalemi kuvvetli, ifadesi anlaşılır ve akıcı bilgili ve değerli bir vezir olmakla beraber jurnalcilik gibi zamanın modasına uyarak, Padişaha sürekli arizalar takdim ederek Padişahın gözünde değerini artırmıştır. Tanzimat’ın ilanından sonra 1910 da bastırılmış olan “Mir’at-ı Hakikât” adlı 3 ciltlik eseri kalemindeki kuvveti ve zamanındaki olaylara şahit olan biri olarak çok değerlidir.
Bu eserini kaleme aldıkça korka korka Abdülhamid’e takdim etmiş olduğunu Yıldız evrakı arasındaki fasiküllerden anlaşılıyor. [5]

II. Mustafa’nın hal’iyle sonuçlanan Edirne Vakasına dair Şefik Bey tarafından yazılmış olan “Şefiknâme” yi “Ravzatülkâmilin” adıyla şerh ederek 1873 de bastırmıştır. Bazı şiirleri de basılmış olup mahlası “Celal” idi. Mahmud Celaleddin Paşa musiki de üstat idi. Kıymetli eserleri bugün bile musiki meclislerinde ve radyolarda okunmaktadır.

ABDÜLHAMİD’E VERİLEN JURNALLER

Sultan Abdülhamid’in hal’inden sonra ele geçirilen dosyalar halindeki jurnaller büyük bir yekûn tutuyordu. Bu jurnaller içinde inanılmayacak kadar uydurma olanları bulunduğu halde Abdülhamid, bunları da kabul eder ve bütün jurnalcileri derecelerine göre para, rütbe ve memuriyet ile taltif etmeyi ihmal etmezdi. Başmabeyinci Hacı Ali Paşa, Abdülhamid’e her gün takdim edilen yüzlerce jurnal münasebetiyle, “günde birkaç yüz jurnal veriyorlar, hepsi yalan, dolan. Zahmet çekip okuyorsunuz” demiş, o da “ bu jurnallerin çoğunun yalan dolan olduğunu ben de biliyorum. Fakat bunların elbette iki tanesi doğrudur. Bu sebeple hepsini okumak lazımdır” diye cevap vermiş.[6] “Padişahın bu tavrı nedeniyle Yıldız’da muhafız ordusuna bir o kadar da muhbir ordusu ilave olmuştur. İmparatorluğun işleri yürekler acısı iken ve ivedi kararlar alınması için boşu boşuna beklenirken Padişah günlerini ve gecelerini muhbirlerin raporlarını okuyarak geçiriyordu.”[7]

Bu jurnalciler arasında, birbirlerine rekabet ederek üst rütbelere kadar çıkmış devlet adamları da vardı. Edipler, şairler Abdülhamid’e methiyeler düzerek rütbe ve nişan almışlar ve jurnaller vermişlerdir.

II. Abdülhamid’e jurnal verenlerden biri de padişahın itimat ettiği ve güvendiği Mahmud Celaleddin Paşa idi. O Abdülhamid’in tahta geçişinden sonra, Abdülhamid’in Midhat Paşa aleyhinde olmasını fırsat bilerek, Midhat Paşa’ya dair duyduklarını Padişaha arz ederek ona hulul etmiş bu sayede vezirlik rütbesine kadar yükselmeyi başarmıştır. Bu itimat sonucu oğlu Salih Münir de önce Paşalığa sonra da Paris Büyükelçiliğine kadar yükselmesini temin etmiştir. Aşağıdaki jurnalinde Abdülaziz’in öldürüldüğünü ihbar eden Mahmud Celaleddin Paşa kendisi öldükten[8] ve Abdülhamid tahttan indirildikten sonra vasiyeti üzerine oğlu Salih Münir Paşa tarafından 1910 da basılan eseri “Mir’at-ı Hakikat”te öldürme olayından bahsetmez. Aksine intihar ettiğini yazmaktadır.[9]

Abdülhamid pek ziyade korktuğu Midhat Paşa’yı bertaraf etmek için Sultan Abdülaziz’in öldürüldüğü iddialarına önem verdiğini, Sultanın eğilimini bilen Mahmud Celaleddin Paşa bu konudaki jurnal verenlerin ön saflarındadır.[10]

YILDIZ MAHKEMESİNİN DAYANAĞI JURNALi

Mahmud Celaleddin Paşa’nın jurnallerinden biri de şudur:

Sultan Abdülaziz’in Fer’iye Sarayındaki ölümünün intihar değil, öldürülme olduğuna yönlendiren jurnalidir ki, olayın olduğu tarihte Çırağan Sarayında henüz 11 yaşında olan Küçük Hazinedâr Pervin Felek’i oğlu Salih Münir Bey’e nikâhlamıştı. Gelini Pervin Felek’in ifadesinin alınmasını isteyen jurnali şöyleydi:

Sultan Abdülaziz Han merhumun irtihal sureti hakkında o vakit hazinedarlık hizmetinde bulunmuş olan gelinim cariyelerinizin verdiği malumat şöyledir ki:

“Merhum Sultan Fer’iye Sarayına naklolduğunda, hizmetlerine tayin edilmiş olan adamları[11] istemeyip kendi güvendikleri eski adamlarını istedikleri halde müsaade olunmadı. Gerçi Sultan uğradıkları felaketten üzüntülüyse de akıl ve şuurunda zerre kadar bir fenalık, kendine kastedecek bir uygunsuzluk yoktu. İrtihalleri günün akşamı, İkinci Hazinedâr, benim gibi küçük câriyeleri “Efendimiz rahat edecekler, siz de rahat ediniz” diyerek aşağı kata savmış ve merdiven kapısını kapamış ve kendisi de yukarıda kalmıştı. Hepimiz alt katta yattık. Sabah olunca bir gürültü ve feryat ile “Efendimiz canına kıydı” diye bize haber evren yine kendisi oldu. Şu kadar gördük ki; Merhumun vefat ettiği odanın köşe penceresi ile bitişiğindeki sofanın adı geçen odaya bitişik penceresi açıktı. Sonra işittik ki, Sultana kastedenler o pencereden içeriye alınmış ve gene oradan aşırılmış imiş.”

“İşte Efendimiz şu ifadeler ve sair surette duyduklarım doğru rivayetlere uygundur. Sultanımın emri üzere, inşallah soruşturma ile bu facianın failleri inkâra takat bulamazlar. Efendimizden, bütün sadık tabasının bekledikleri adalet gereği bu mel’unların cezaları verilir.
Emr u ferman efendimizindir”

“Sultanımın Kölesi Mahmud”[12]

Bunun üzerine Pervin Felek Hanım’ın 2 Mayıs 1881 de Savcı Latif Bey vasıtasıyla ifadesi alınmıştır.

Mahmut Celaleddin Bey ara sıra Padişah tarafından kabul edilerek görüşür, direktif alır ve bu şekilde Abdülaziz’in katiller hakkında, Abdülhamid’in iddialarını körükler ve dolaylı ve dolaysız elde ettiği bilgileri Padişaha arz ederdi. Bu konudaki jurnali sadece yukarıdakinden ibaret değildi.

Ayrıca Mithat Paşa ile ilgili her ne dedikodu ve duyum olduysa onları da jurnallemeyi ihmal etmedi. [13]

Bütün bu jurnallerin neticesi olarak, 1881 yılına girildiğinde, Sultan Abdülaziz’in vefatının 5. Yılında Yıldız Sarayı bahçesinde kurulan çadırlarda önce sorgulama başladı.

Bu konuda merhum Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal'ın İbretnüma'nın ön sözündeki yazısını arz edeyim:

Sultan Abdülaziz'in ölümü meselesi, yani ölümün intihar mı yoksa katil suretiyle mi vukubulduğu sorunu, bugüne kadar, defalarca ele alınarak üzerinde çalışılmış bir konudur. Aynı konu üzerinde duran araştırıcılardan Abdurrahman Şeref ve İbnülemin Mahmud Kemal Beyler bu hususta kesin bir sonuca varamamışlardır.

Öte yandan Vakanüvis Lütfi Efendi, ölümün katil suretiyle vukubulduğu görüşünü benimser gibidir. Son defa meseleye eğilmiş bulunan Ord. Prof. Dr. Uzunçarşılı ise, öteden beri incelemiş olduğu eser ve vesikaların etkisi altında kalarak, uzun zaman daha ziyade bir katil (öldürme) fiiliyle karşı karşıya bulunulduğu sanısını taşımış, lâkin kesin deliller bulamadığından bunu bir hüküm halinde ifade etmekten kaçınmıştır. Fakat son yıllarda Yıldız Sarayı evrakının araştırıcılara açılması ile mesele bütünlüğüyle aydınlığa kavuşmuş görünmektedir. Gerçekten de Yıldız Sarayı vesikaları arasında Sultan II. Abdülhamid’in şahsı için hazırlanmış bir Yıldız Mahkemesi Dosyası ele geçmiştir. Aynı davanın Adliye Arşivlerinde saklı kalması gereken asıl dosyası ise yangın sonucu ortadan kalkmıştır. Bu yüzden belki de ebediyete kadar karanlıkta kalmağa mahkûm bulunacak olan bu “intihar mı, katil mi?” meselesinde Uzunçarşılı, sözü geçen Yıldız Dosyasını incelemek suretiyle kesin bir hükme varmak imkânına kavuşmuştur. Böylece Sultan Abdülaziz’in intihar etmiş bulunduğuna artık şüphesi kalmayınca, Midhat Paşa hakkındaki araştırmalarının sonuncusunu teşkil eden eserinin üçüncü cildini de 1966 tarihinde yayınlamıştır. Öyle sanırım ki tamamıyla resmi belgelere dayanan ve uzun yıllar süren etraflı bir çalışmanın mahsulü olan bu kitapla, Sultan Abdülaziz’in ölümü üzerinde son söz söylenmiş bulunmaktadır.”

“Burada, Sultan Abdülaziz niçin intihar etmiştir? Sorusu ile ister istemez karşı karşıya gelmekteyiz. Hemen söyleyelim ki ölümün intihar suretiyle olduğunu kabul etmek ile intiharın nedenlerini meydana çıkarmak, bir birinden ayrılması gereken iki meseledir. Soruyu cevaplandırmak elbette ki kolay bir iş, hatta denebilir ki mümkün bile değildir. Çünkü elimizde meseleyi bu bakımdan ışığa kavuşturacak tarihi belgeler yoktur. O halde, eğer bu hususta bir sonuca varmak istenirse, soruna başka bir açıdan eğilerek derinliğine gitmek zorunluluğu vardır. Kanaatimce böyle bir işe, ancak Sultan Abdülaziz’in en başta ruh yapısını ele alarak ilmî metotlarla enine boyuna bir inceleme yapmayı göze almak suretiyle girişilebilir. Tabiidir ki böyle bir çalışma yapılırken, Sultan Abdülaziz’in çeşitli cepheleriyle bütün hayatı, yıllar boyunca gelişmesi, fikir, duygu ve bilgi âlemi, bir insan ve hükümdar olarak çevresiyle özel ve resmî münasebetleri, çeşitli olaylar karşısında gösterdiği tepkiler ve tutumu, tahttan indirilmesi olayının kendisi üzerindeki etkisi, son günlerinde uğradığı ağır muamelelerin nefsinde vücuda getirdiği değişiklikler, davranışları ve gösterdiği bazı anormal haller ve bunlara benzer daha birçok hususlar göz önünde tutulacaktır. Öte yandan padişahı tahttan indiren ricâlin de ona karşı sert ve küçültücü tutumlarını izah etmek gerekecektir. Başta Serasker Hüseyin Avni Paşa olmak üzere hal’ erkânından bazıları tarafından bilerek veya bilmeyerek devrik padişaha reva görülen hakaretler, gerçekten dikkate değer. Belki de onlar, türlü düşüncelerle kasdî olarak böyle davranmışlardır. Mümkündür ki onlar, hiç değilse aralarından bazıları, şahsi endişelerden kurtulmak çaresini, ancak kendi canına kıymak suretiyle devrik padişahın ortadan kalkmasında aramışlar ve onu kasdî olarak intihara sürüklemişlerdir. Kısacası:

Bütün bu hususların ilmî bir şekilde incelenmesi sonucunda ancak Sultan Abdülaziz’in intihar sebepleri, bir dereceye kadar olsun açıklanabilir, kanısındayım. Elimizdeki vesikalar, işaret olunan bu noktaların bazıları hakkında gerçekten değerli ipuçları vermektedir.

Her ne olursa olsun, şimdi yayınladığımız “Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Belgeler” de Sultan Abdülaziz’in bir başkası eliyle öldürülmeyip kendi hayatına kendi eliyle son vermiş olduğunu teyit etmektedir. Ayrıca Yıldız Mahkemesinin tamamıyla peşin hükümlerle sahneye konduğunu ve bir takım siyasi amaçlarla işe gelmeyen bazı devlet adamlarının zararsız hale konulması için bir alet olarak kullanıldığını yine bu belgeler meydan çıkarmaktadır. Gerek bu vesikaların ve gerekse Sayın Uzunçarşılı’nın adı geçen eserinin mütalaasından anlaşıldığına göre Sultan II. Abdülhamid amcası Sultan Abdülaziz’in başkaları tarafından öldürülmüş bulunduğuna kendisi de inanmamaktadır. Fakat böyle bir mahkemeyi tasni’ (uydurmakla) ile başlıca şu gayelere erişmek istemektedir:
1- Sultan Abdülaziz ile Sultan Murad’ın arka arkaya tahttan indirilmeleri, 70 yıldan beri unutulmuş olan Padişah hal’i ve katli işini birdenbire tazelemiştir. Kendisinin de aynı akıbete uğraması korkusu ile o, son hal’lerin elebaşılarını, katil fiili ile suçlandırarak, âleme ibret olacak ve herkesi sindirecek bir gösteri ile cezaya çarptırmak lüzumunu duymuştur.

2- Akıl hastalığı yüzünden tahttan indirilen Sultan V. Murad’ın taraftarları, hastanın iyileşmeyeceğini bilmelerine rağmen onu yeniden Padişah yapmaya çalışmaktaydılar. II. Abdülhamid bu pro-Murad hareketin kesin surette önüne geçmek için, düzmece davasına ağabeysinin yakınlarını da katarak bunları sorumlu duruma düşürmek suretiyle Sultan Murad tehlikesini büsbütün ortadan kaldırmak emelini gütmüştür.

3- Arka arkaya iki padişahı tahttan indirenlerden hâlâ hayatta, hâlâ itibarda olan Midhat Paşa, Mehmed Rüştü ve Mahmud Celaleddin Paşalar gibi sivrilmiş devlet adamlarını Abdülhamid kendisi için büyük bir tehlike saymaktadır. Varlıkları ile bir kâbus gibi kendisini ezmekte olan bu insanları birer cani ve kâtil olarak teşhir etmek ve bunlardan nihayet kurtulmak için, amcasının ölümü olayı, elverişli bir fırsat ve tam zamanında gelip çatmış bir vesile teşkil etmektedir.

Böylece vehimli Sultan Abdülhamid, düzmece davası sayesinde bu gayelerine erişmek için Makyavelist ölçüleri bile aşan tutum ve davranışları ile her türlü vasıtaya başvurmaktan kaçınmamıştır. Bu yolda birkaç günahsızın kurban edilmesi o kadar önemli bir mesele değildir. Şeriatça da bunda bir sakınca görmemektedir. Çünkü bundan doğacak günah Abdülhamid’in kendi sözleriyle, “fukaraya sadaka vermek” suretiyle affedilir, biter. İnsan oğlunu “adam sende…, rahim atar, toprak yutar.[14]


[1] Mahmut Kemal İnan, Son Sadrazamlar sh: 1280

[2] Musa Kâzım, Devr-i İstibdad Ahvali ve Müsebbibleri Dersaadet- Karabet Matbaası-1327 sayfa:7-8

[3] Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Resimli Tarih Mecmuası Ocak 1954 Sayı: 49 ve Şubat 1954 Sayı: 50 / Ramazan Topraklı,
https://www.dikgazete.com/yazi/mahmut-cellettin-pasaya-dair-makale,3785.html-3785.html

[4] Bakanlar kurulundan ve Devlet Dairelerinden gelen kâğıtlar üzerine Padişahın iradesine muhtaç olanları yazan, hazırlayan ve bunları Padişahın iradesine arz eden ve Padişahtan gelen iradeleri kaydeden ve ait oldukları dairelere tebliğ eden Dairenin âmirine “Âmedci” denirdi. ( M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst Doğan Ofset, -2004 Cilt: 1 sh. 56

[5] Matbu Mir’at-ı Hakikat ile Padişaha takdim etmiş olduğu fasiküller arasında bazı fazlalıklar ve noksanlıklar vardır.

[6] Mahmud Kemal İnal, Son Sadrazamlar sh:1280

[7] Paul Fesch, Abdülhamid’in Son Günlerinde İstanbul, İst-1999 sh: 75

[8]  (1839-1899)

[9] İbrahim Yıldırım, Yıldız Mahkemesinin İçyüzü, Yüzleşme yy. İst-2023 sh:128

[10] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Resimli Tarih Mecmuası, Ocak-1954 sayı 49

[11] Saraydan tayin edilen ve sonra Yıldız Mahkemesinde Abdülaziz’in katilleri olarak yargılanan Cezayirli Mustafa Pehlivan, Boyabatlı Hacı Mehmet Pehlivan ve Yozgatlı Mustafa Pehlivanlar…

[12] Tarafımca sadeleştirilmiştir.

[13] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Resimli Tarih Mecmuası Şubat 1954 sayı 50 de devam eden yazısında konu ile ilgili Mahmud Celaleddin Paşa’ya ait 3 jurnal daha vardır.

[14] Bekir Sıtkı Baykal, İbretnüma TTK yy. 2. Baskı ANK-1989

SÜPER LİG PUAN DURUMU

Puan Tablomuz Otomatik Güncellenmektedir.