İbrahim YILDIRIM

[email protected]

RAMAZAN-NÂME

RAMAZAN-NÂME [1]

Bu haftaki yazımızda, 19. Yüzyıl ilim kültür ve sanat ricalimizden güzel anekdot ve nüktelerden bir buket yaptım. Ramazan ayının muhtevasına uygun olur diye düşündüğüm bir çeşit “Ramazanname” olmuştur sanırım. Siz muhterem okuyucularıma arz ederim efendim.

“(Yusuf Kamil Paşa) Babı âliden akşamları bazen yayan avdet ederken yanından dalgın dalgın geçenlerin zaruretini istidlal ederek bizzat yavaşça yanaşıp, ceplerine para atmak yahut arkadan gelen ağalara attırmak ve camilere gittikçe imam, müezzin ve kayyımlara ve vaizlere ve fakirlere para vermek itiyadındaymış.

Kadirşinas olan Paşa, kimde istidat ve liyakat görse “lisanen ve ihsanen “ himaye eder, her surette teşvik ve terğib edermiş. Mustafa Reşid Paşa’nın vefatından sonra Şinasi’yi himaye etmiştir. Ebuzziya, hamisinin vefatından sonra Âli Paşa tarafından “rütbesinin ref’i, memuriyetinden def’i, maaşının kat’ı” şeklinde tahkir ve ta’zib edilmek istenilen Şinasi’yi Kamil Paşa’nın himaye ederek daha elim vaziyetlere düşmekten kurtardığını ifade ediyor. Yine Ebuzziya, Reşid, Âli ve Fuat Paşaların rekabetinden bahsettiği sırada, “Reşit Paşa’nın vefatından sonra bu himaye Yusuf Kamil Paşa’ya intikal eder. Berikiler de onun hatırı için ilişmezlerdi” diyor.[2]

**

Âli Paşa hayatı boyunca borçtan kurtulamamıştır. Âli Paşa, para sıkıntısı çektiği zaman komşusu ve pek eski dostu olan Yusuf Kâmil Paşa’ya bir mektup göndererek para istermiş. Bir defasında senet göndererek bin altın istemesi üzerine Kamil Paşa, âdeti üzere, senedin mührünü koparıp zarfa koyarak, para ile beraber gönderdiği mervidir.[3]

Âli Paşa, fakir bir ailenin çocuğudur. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa, kendisini tahkir ve tezyif babında:

- “Âli Paşa, Bahçekapısı, kapıcısının oğludur” dediğini bir mecliste Paşa’ya söylemişler. O da:

-“ Vâkıa biz Bahçekapısı kapıcısının oğluyuz. Lakin Allah’a hamdolsun bugün Makam-ı Sadarette bulunuyoruz. Acaba kendileri Mısır Valisinin oğlu olmasalardı ne olacaklardı?” cevabını vermiştir. [4]

**

Ebu’l Burun[5] lakaplı Vehbi Molla, civarda yangın çıkması üzerine, misafirler üst katta pencereden bakarlarken kimisi yangının uzak olduğunu, kimisi yakın olduğunu beyan ettikleri sırada Vehbi Molla:

-“Canım efendim, işte burnumuzun dibinde” demesiyle asrın nüktedanlarından Nihad Bey, Molla’nın burnunu telmihen:

-“Evet! Sizin burnunuzun dibinde” diye cevap vermiş.

O vakitler Erkan-ı Harp Dairesinde tanzim olunan İstanbul Haritasını muayene eden zariflerden bir zat, haritanın yanlış olduğunu, çünkü sahillerde “Saray Burnu”, “Moda Burnu” gibi burunlar gösterildiği halde Fındıklı’da yalısı olan Molla’nın burnunu telmihen “Molla Burnu “ gösterilmediğini söylemiştir.[6]

**

Hafız Ömer Efendi, Âli Paşa’nın konağının en makbul şahsiyetlerinden biridir. Kendisi kahve tiryakisi olduğundan seyahat esnasında Sultaniye Vapurunun baş tarafında zabitan için bir kahve ocağı olduğunu kendisine haber verdiklerinden memnun olup ara sıra oraya gider kahve içermiş. Yolculuk sırasında Sultan Abdülaziz vapurun yukarısında gezinirken:

-“Bu ateş yanan mahal nedir?” diye sual buyurmuş. Kahve Ocağı olduğunu anlayınca yangın vukuundan pek korktuğundan hemen kaldırılmasını emretmiş. Hafız Ömer Efendi ertesi gün kamarasında yatağından kalkıp sabah kahvesini içmek için doğruca, vapurun baş tarafına gitmiş. Fakat kahve ocağını yerinde bulamamış. Sebebini anlayınca:

-“Sübhanallah! Babası Yeniçeri Ocağını kaldırmıştı, kendi de bizim kahve ocağını kaldırdı” demiş. [7]

**

Keçecizade Fuad Paşa, bir gün sandal ile Maliye Nazırı, Musa Safveti Paşa’nın yalısının önünden geçerken, Musa Safveti Paşayı pencerede görünce selam vermiş. Biraz aşinalık ettikten sonra, Musa Safveti Paşa:

-“Çoktan tenezzül buyrulmadı. Hiç efendimizi göremeyecek miyiz? “ deyince, Fuad Paşa meşhur hazırcevaplığıyla:

-“Ey Musa! Beni göremeyeceksin (Len-terânî) mealindeki ayeti-kerime ile mukabele etmiş.[8]

**

Ahmet Vefik Paşa “ İnsanın zayi edecek bir dakikası yoktur “ der, gece-gündüz hatta yemek esnasında bile kitap tetkikiyle meşgul olurmuş.  Meskeninde dört yanı kitaplarla dolu odada vaktini mütalaaya sarf ederdi.  Kütüphanesinde sayısı 15.000 e varan bir birinden kıymetli eserleri ihtiva etmekteydi.

Yangın tehlikesinden sakınarak kütüphanesini, yalısının bahçesinde inşa ettirdiği kargir bir köşkte tesis etmişti. Köşküne ziyarete gelen “erbâb-ı dâniş” den biri kütüphaneye girince çoktan beri arayıp bulamadığı bir kitabı orada görür ve:

-“Bir gece için ihsan buyurunuz. Okuyup, iade edeyim” der. Paşa kitabı elinden alıp yerine koyarak:

-“Ben bu kütüphaneyi bir gece için şundan bundan aldığım kitaplarla vücuda getirdim” diyerek ödünç kitapların iade edilmediğine zarifane telmihde bulunur.

Paşa’nın vefatından sonra, borçlarını ödeyebilmek için kısım kısım satılmış geri kalanları da ölümünden iki sene sonra basılı bir kataloğu yapılarak satışa sunulmuştur. Buradaki kitaplar, Rıza Paşa gibi kitap meraklılarından, Prag Üniversitesine kadar çeşitli yerlere dağılmış bulunmaktadır. Eserlerin bir kısmı ise devrin hükumeti tarafından satın alınarak Darülfünun Kütüphanesine konulmuştur. [9]

 

Erazilden[10] biri Vefik Paşa’nın yalısına gider. Sohbet esnasında, kadın tabiatlı bir adamın, namussuzluğundan uzun uzadı bahs ve şikâyet ederek,  zannınca onun müstehcen hallerini kötülemek suretiyle, kendi namus ve faziletini anlatmak ister. Paşa, olgunlukla ve sakinlikle dinledikten sonra:

-“Namussuzlardan şikâyet etmek, bizim gibi namusluların hakkıdır. Senin gibi rezillerin şikâyete hakkı yoktur. Kalk… dir git kerata” diye koğar.[11] (299)

**

Sami Paşa’nın çocukları bir bayram günü Paşa’yı ziyaretleri esnasında, büyük kardeşleri, eteğine vardıkları halde Sezai Bey, “ Merhaba ey iyi yoldaş” mealine uygun olarak uzaktan temenna etmesi, azametine dokunduğundan:

-“Bir daha gelişinizde yakın görüşelim” diyerek ders vermiş ve Sami Paşazade Sezai’yi utandırmıştır.[12]


Oruçlarınız ve ibadetleriniz makbul olsun. Ramazan ayında akraba ve komşulardan başlayarak, ihtiyaç sahiplerini gözetmeyi, fitre ve zekâtlarınızla yoksulları sevindirmeyi unutmayalım…


[1] https://bayrampasagundem.com/kose-yazilari/n_u_k_t_e_l_e_r_-809.html / https://www.egemanset.com/yazi-n-u-k-t-e-l-e-r

[2] Şemsettin Şeker, Zeytinburnu Belediyesi Kültür yy. İst -  2013 sh: 235

[3] Şemsettin Şeker, ag.e sh: 271

[4] Şemsettin Şeker,a.g.e sh: 263

[5] Burunun babası anlamındadır. Burnu büyük olduğundan, bir yerde de, Arapçasıyla  “Ebu’l-enf” geçer.

[6] Şemsettin Şeker, a.g.e sh: 263

[7] Şemsettin Şeker, a.g.e sh:266

[8] El-A’râf -143- Şol zaman ki, Mûsâ, mîkatımıza (bir iş için belirlenen zaman veya yer) geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsânda bulundu (konuştu). "Ey Rabbim, göster bana Zât’ını da bakayım Sana" dedi. Rabbi ona buyurdu ki; "Beni kat’iyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de Beni göreceksin". Daha sonra Rabbi dağa tecellî edince onu yerle bir ediverdi, Mûsâ da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, "Sen Sübhân’sın, tevbe ettim, Sana döndüm ve ben inananların ilkiyim" dedi.

[9] Şemsettin Şeker, a.g.e sh:292

[10] Rezillerden

[11] Şemsettin Şeker, a.g.e sh:299

[12] Şemsettin Şeker, a.g.e sh:299