İBADETİ DEĞERLER ÜZERİNDEN OKUMAK...
(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden medet umarız.” (Fatiha 1/5)
⁎ ⁎ ⁎
İbadet, genel anlamda Müslümanın Allah’a karşı duyduğu sevgi ve saygının göstergesi olarak O’nun rızasını kazanmak için ortaya koyduğu iradî davranışlardır. Özel anlamda ise, Allah ve resulü tarafından yapılması istenen İslâm’ın temel şartlarını teşkil eden namaz, oruç, zekât ve haccın yanı sıra kurban kesme, itikâf, dua, Kur’an okuma, hayır ve infakta bulunma gibi uygulamaları ifade eder.
İbadet dendiğinde Müslümanların aklına söz konusu ibadetler ve bunlara dair zahiri erkan/şekilsel kurallar gelmektedir. Örneğin namazın farzları, orucun şartları, zekatın miktarı, hac ve umrenin kuralları gibi. Bütün ibadetlerin şekil şartları mevcut olmakla birlikte, başta ibadet kavramı olmak üzere her birinin içerdiği kelime anlamları ve bunların temsil ettiği manevî değerler mevcuttur. İbadet etmek, bu maddî şartlar ile manevî değerlerin bir araya gelip bütünleşmesini ifade eder.
Bu bağlamda ibadet, sözlükte “boyun eğmek, alçak gönüllü olmak, saygı duymak, itaat etmek, kulluk yapmak, tapmak, tapınmak” gibi anlamlara gelir. Bu kökün isim hali olan âbid, “boyun eğen, alçak gönüllü olan, saygı duyan, itaat eden, kulluk eden, tapan ve tapınan” kimse demektir.
Buna göre ibadet kelimesinin değer olarak ifade ettiği manaları, saygılı, tevazu sahibi ve itaatkar olmak şeklinde özetleyebiliriz. İbadet eden kimse anlamına gelen âbid ise, davranış ve tutum olarak saygılı ve alçak gönüllü olan, belirlenen kurallara uyan kimse anlamına gelir. Bir yerde ibadet varsa, orada saygı, tevazu ve alçak gönüllük ile kurallara uyma ve itaat söz konusu olmalıdır. Aksi takdirde orada maksadına uygun bir ibadetten söz edemeyiz. Bilakis ibadetin gayesi, inanan kimseye bu güzel hasletleri kazandırmaktır.
Saygı ve tevazunun zıddı gurur ve kibir, itaatin zıddı ise isyan ve fesattır. Bunlar, Şeytan’ın ve onun yolundan gidenlerin özellikleridir. İbadet eden bir kimse, bu hasletleri benimseyip üzerinde taşıyamaz. Zira bu takdirde özü itibarıyla Allah’a değil, Şeytan’a kulluk ve kölelik yapmış olur. Bilakis ibadetin gayesi, insanı batıl olan Şeytan’a ve şeytanî arzularına köle olmaktan kurtararak Hakk olan Allah Teala’ya kulluk eder hale getirmektir.
İslam’ın temeli iman, imanın gereği de ibadettir. Bunun değerler üzerinden ifadesi şöyledir: Barışın temeli güven, güvenin gereği de saygılı, tevazu sahibi ve itaatkar olmaktır. Tersinden söyleyecek olursak saygısız, kibirli ve asi bir kişiye hiç kimse güvenmez, güven olmayan yerde ise barış olmaz. Dolayısıyla değer olarak ibadet; yani saygı, tevazu ve itaat, iman/güven ve İslam/barışın hem gereği, hem de teminatıdır.
İbadet, İslam’ın ve imanın olduğu gibi, birebir iman esaslarının da gereği ve doğal sonucu, onların pratikte hayata geçmiş halidir. Nitekim Allah Teala’ya iman eden bir Müslüman, doğal olarak onun karşısında saygılı ve mütevazî olur, koyduğu kurallara uyar. Zira Allah’a karşı gurur ve kibir sahibi olmak, onun emirlerine karşı çıkmak, ona imanla büyük bir çelişki oluşturur: “Kim Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa 4/14)
Melekler gayb aleminin, peygamberler de bu alemin günahsız kullarıdır. Onların temel özellikleri Rablerine ibadet etmeleri; yani ona karşı saygılı ve itaatkar olmalarıdır. Bu bağlamda meleklere ve peygamberlere imanın gereği ve doğal sonucu, onlar gibi ibadet etmek; yani Allah’a karşı saygılı, mütevazî ve itaatkar olmaktır: “Melekler, … Allah’ın buyurduğuna karşı gelmez ve kendilerine emredileni eksiksiz yaparlar.” (Tahrim 66/6)
Kur’an-ı Kerim’e iman, doğal olarak onun tarafından emredilen ibadetin bu temel değerlerini benimsemeyi gerekli kılar. Zira Kur’an’ın pek çok ayetinde hem saygı ve tevazu, hem de itaat emredilir: “Rahmân’ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler.)” (Furkan 25/63)
Kaza ve kadere iman, değer olarak hakkını, sorumluluğunu ve haddini bilmeyi temsil eder. Bu noktada sorumluluğunu ve haddini bilme, ibadetin özünde yer alan saygı, tevazu ve itaati hasletlerini benimsemeyi gerekli kılar. Dolayısıyla bu değerler, adeta kaza ve kader inancının pratiğe geçmiş halidir: “Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (İnsan 76/30)
Ahiret inancı değer olarak ilahi adaleti, Allah’ın huzurunda herkesle yüzleşip bütün yaptıklarından hesap vermeyi, dolayısıyla ahlakî sorumluluğu temsil eder. Bu inancın gereği de, doğal olarak ibadeti; yani saygılı, tevazu sahibi ve itaatkar olmayı gerekli kılar: “Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” (Bakara 2/48)
Görüldüğü üzere ibadet ve onun temsil ettiği değerler, bizatihi İslam’ın ve iman esaslarının temsil ettiği değerlerin doğal uzantısı, bunların düşünce ve inançtan amele; yani davranış ve tutuma dönüşmüş halidir. Bu noktada Müslümanların ibadetin temsil ettiği bu temel değerleri bilmesi, benimsemesi ve hayatına geçirmiş olması gerekir. Aksi takdirde onlar, Allah’a ibadet ettiğini zannederken, Allah korusun farkında olmadan Şeytan’a kulluk etmiş olurlar.
İslam inancına göre insanın yaradılış gayesi, bu dünya hayatında her daim Allah’a ibadet etmektir. Burada kastedilen husus, namaz, oruç, zekat, vb. özel ibadetlerin ötesinde Allah’ın rızası ve emirleri gözetilerek yapılan her iştir. Diğer bir deyişle yapılan bir işte Allah’ın rızası ve emirleri gözetildiğinde o iş bir ibadet; yani Allah’a kulluk haline gelmektedir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 51/56)
Bunu değerler üzerinden okuyacak olursak Müslümanın yaşam gayesi, yeryüzünde Allah’a karşı saygılı, alçak gönüllü ve tevazu sahibi bir hayat yaşaması, İslam’ın emirlerine ve buna uygun düşen kurallara uymasıdır. Buna karşın her türlü saygısızlıktan, gurur ve kibirden kaçınması, İslam’ın emirlerine isyan edip karşı gelmemesidir: “Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (Nisa 4/13)
Allah’a karşı saygılı, tevazu sahibi ve itaatkar olmak, beraberinde insana karşı da saygılı ve tevazu sahibi olmayı, anne-baba gibi konumu itibarıyla hakkı temsil ettiği takdirde onlara da itaati gerekli kılar. Zira İslam inancına göre bu değerlere Allah’ın değil, bilakis insanın ihtiyacı vardır. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır: “Hak uğrunda cihad/mücadele eden, ancak kendisi için cihad/mücadele etmiş olur. Doğrusu Allah, alemlerden müstağnidir. (O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur)” (Ankebut 29/6)
Bu bağlamda Kur’an’da Müslümanlara sadece Allah’a karşı değil, birbirlerine karşı da saygılı, tevazu sahibi ve itaatkar olmaları emredilmiş, bunun zıddı olan gurur ve kibir yasaklanmıştır: “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokman 31/18)
Benzer şekilde bir hadis-i kudside Allah Teala, kendisine karşı istediği saygı ve tevazuyu Müslümanlardan birbirlerine karşı da göstermelerini beklediğini ifade etmektedir:
Allah Teâlâ: -“Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin.”
Âdemoğlu: - “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim?” der. Allah Teâlâ: - “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın” buyurur.
Âdemoğlu: - “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim?” der.
Allah Teâlâ: - “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdem oğlu! Senden su istedim, vermedin” buyurur.
Âdemoğlu: - “Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim?” der.
Allah Teâlâ: - “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?” (Müslim, Birr 43)
Netice itibarıyla İslam ve iman bir takım manevi değerleri bilmeyi ve benimsemeyi, ibadet ve ibadet esasları ise bunların hayata geçirilmesini ifade etmektedir. Bu noktada bizatihi ibadet kavramı, değer olarak bünyesinde saygı, tevazu ve itaat gibi bir Müslüman için olmazsa olmaz özellikleri içermektedir. Müslüman bu değerleri bilmeli, benimsemeli ve hayatını buna göre şekillendirmelidir ki, yaradılış gayesini gerçekleştirmiş olsun. Aksi takdirde farkında olmadan hayatını Allah’ın rızasına uygun değil, bilakis Şeytan’nın yolunda geçirmiş olur.
Bu noktada İslam alemini ibadetin temsil ettiği değerler üzerinden kısaca değerlendirecek olursak, karşımıza ciddi sorunlar çıkmaktadır. Şöyle ki ibadet etmek, başta Allah Teala’ya, sonra da insanlara karşı saygılı, mütevazî ve itaatkar olmaktır. Müslümanlardan pek çoğu namazını kılmakta, orucunu tutmakta, sadakasını ve zekatını vermekte, hacca ve umreye gitmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte Allah’a ve birbirlerine karşı fazla saygı duymamakta, tevazu göstermemekte ve uyulması gereken kurallara itaat etmemektedir. Bunun en önemli sebebi, öz itibarıyla ibadetin anlamını ve temsil ettiği değerleri bilmemeleridir. Bu durumda Müslümanlar ibadet etmekte, fakat ibadetin kendilerine kazandırması gereken değerlerden mahrum kalmaktadırlar.
İbadet eden bir Müslüman, önce kendisine, sonra da çevresindeki diğer kimselere karşı saygılı olmalıdır. Kendisine saygı duyan kimse, bedenine ve ruhuna sahip çıkar. Sigara içmez, çok yemez, çok konuşmaz, dedikodu yapmaz, … İnsanlara karşı nazik olur, onlara eliyle, diliyle, gözüyle zarar vermez. Çevresini temiz tutar kirletmez. Maalesef Müslümanlarda bu kötü hasletlerin çoğu mevcut durumda. Kimse kimseye saygı duymuyor, kimse küçük büyük dinlemiyor: “Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir.” (Şuara 26/215)
İbadet eden bir Müslüman, tevazu sahibi olmalı ve mütevazî yaşamalı, gurur, kibir ve lüks yaşamdan kaçınmalıdır. Maalesef Müslümanların pek çoğu, çok büyük bir gurur ve kibir içinde. Kimse kimseyi beğenmiyor, herkes birbirine tepeden bakıyor. Cübbeli sarıklı hocalar, birbirlerini tekfir edip Cehennemlik ilan ediyor, Cennet’i tekeline alıyor. İsraf konusunda gayr-ı Müslimleri aratmıyor, hatta onları geride bırakıyoruz. Dünyanın ve ülkenin en zenginleri Müslümanlar oldu, fakat millet fakirlik ve fukaralık içinde kıvranıyor: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra 17/37)
İbadet eden bir Müslüman, önce Allah ve Rasulünün koyduğu kurallara, sonra da bunlara uygun düşen devletin kanunlarına ve milletin örfüne ve adetine uyup itaat eder. Maalesef İslam alemi kuralsızlıklar diyarı. Müslüman demek, günümüzde kural tanımayan anlamına geliyor. Herkes kafasına göre yaşıyor; ev yapıyor, araba sürüyor, ticaret yapıyor, giyinip soyunuyor, … Bu durumda ortaya tam bir kaos ve anarşi ortamı çıkıyor. Sabah evden sağlıklı çıkıyorsunuz, ama akşama nasıl döneceğiniz belli değil: “Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.” (A’raf 7/56)
Şayet bizler Müslüman isek, bu durumda Allah’a düzgün bir şekilde ibadet etmeli, birbirimize karşı saygılı ve mütevazî olmalı, kurallara da itaat etmeliyiz. Bunun için de öncelikle özü itibarıyla ibadeti ve onun temsil ettiği değerleri bilmeli ve benimsemeliyiz.
Biz, bu yazı dizimizin devamında, İslam’da ibadet esaslarının içerdiği değerleri ortaya koymaya, diğer bir deyişle ibadet esaslarını birebir temsil ettikleri değerler üzerinden okumaya çalışacağız.