Merkel’in gidişi Türkiye ve AB için ne anlama geliyor?

Merkel’in gidişi Türkiye ve AB için ne anlama geliyor?

Almanya, CDU veya SPD’nin kolayca kurdukları koalisyonlar döneminden, programları benzeşen partilerin milletvekili sayılarının koalisyon kurmak için yetmeyeceği bir döneme doğru yelken açıyor.

İSTANBUL - KEMAL İNAT

Almanya Başbakanı Merkel'in mülteci sorununun yol açtığı türbülansı atlatamayacağı ve sonunda istifa edeceği tahmin ediliyordu. Bu tahminler parti liderliği açısından gerçekleşti ve Merkel, lideri olduğu Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (Christlich Demokratische Union-CDU) aralık ayında yapılacak kongresinde yeniden parti başkanlığına aday olmayacağını açıkladı.

Bunun yanında 2021 yılında yapılacak olan parlamento seçimlerinde de başbakan adayı olmayacağını duyurdu. CDU ile onun Bavyera’daki küçük ortağı CSU (Hıristiyan Sosyal Birliği-Christlich Soziale Union) ile SPD (Sozialdemokratische Partei Deutschlands-Almanya Sosyal Demokrat Partisi) arasındaki koalisyonun 2021 yılına kadar dayanabileceğine de şüphe ile bakılıyor. Zira bir yanda aşırı sağcı ve yabancı düşmanı AfD (Almanya için Alternatif-Alternative für Deutschland), diğer yanda ise marjinal sol olarak tanımlanabilecek olan Yeşiller (Grünen) ve Sol Parti (Die Linke) oylarını artırıyor. Özellikle AfD ve Yeşiller’in yapılacak parlamento seçimlerinde, ülkenin en köklü partisi olan SPD’yi dördüncü sıraya itme ihtimalinin Almanya siyasal sisteminde yol açtığı derin sarsıntının bir sonucu olarak koalisyon hükümetinin dağılabileceği konuşuluyor.

Merkel’in 2021 yılına kadar başbakanlık koltuğunu koruyup koruyamayacağı tartışmasından bağımsız olarak, Merkel sonrası Almanya’nın Avrupa Birliği’ne yönelik politikalarının nasıl şekilleneceği bütün Avrupa ve dünyada merak konusu. Zira Merkel, selefi Helmut Kohl’den devraldığı mirasa uygun bir çizgi takip ederek, AB’yi dış politikasının merkezine yerleştiren bir politika izlemişti. AB üyeliğinin Almanya’nın Avrupa’daki lider pozisyonunu pekiştirmeye yarayan bir araç olduğunu gören Merkel-Kohl çizgisindeki CDU iktidarları bu üyeliği önemsemişler ve AB çatısı altındaki Avrupa entegrasyonunu sürekli daha ileriye taşımaya yönelik bir çaba içerisinde olmuşlardır.

Merkel’in halefini bekleyen sorunlar

Şimdi Merkel sonrası dönemin tartışılmaya başlandığı Almanya’da, onun yerine gelecek olan kişinin aynı AB çizgisini devam ettirip ettirmeyeceği ya da Alman siyasal yaşamındaki kırılmalar bu şekilde devam ederse, CDU’nun bundan sonra kurulacak hükümetlere ortak olup olmayacağı belirsizlik konularının başında geliyor. Merkel’in yerine CDU liderliğini üstlenecek kişi muhtemelen selefleri Kohl ve Merkel gibi AB entegrasyonu lehinde bir politika izleyecektir. Ancak AB karşıtı ve yabancı düşmanı söylemleriyle Alman seçmeni nezdindeki popülaritesini her geçen gün artıran AfD karşısında Merkel’in bulamadığı reçeteyi yerine gelecek kişinin bulması mümkün olacak mı?

Mülteci sorununa çözüm bulma konusunda gerek küçük ortağı CSU’yu gerekse kendi partisi içerisindeki muhafazakarları ikna etmekte başarılı olamadığı için parti başkanlığını bırakmak zorunda kalan Merkel’in akıbeti, yerine gelecek yeni lider için de bir endişe kaynağı olacak. Bu yüzden mülteci meselesi Merkel’in olduğu gibi, yerine gelecek olan yeni CDU liderinin de çözmesi gereken en önemli sorunların başında gelecektir. Müstakbel CDU lideri, Merkel’in akıbetiyle karşılaşmamak için mülteci meselesinde muhtemelen daha sert bir politika izlemeyi tercih edecektir.

Almanya’nın mülteci meselesinde daha sert bir çizgiye yönelmesinin Avrupa Birliği’ni de daha sert bir mülteci politikası izlemeye yöneltmesi muhtemeldir. Zira AB içerisinde İtalya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde zaten mülteci karşıtı politikaları savunan hükümetler işbaşında. Diğer AB ülkelerinin büyük çoğunluğunda ise mülteci düşmanı diye tanımlanabilecek aşırı sağcı partilerin nefesini ensesinde hisseden partiler iktidarda.

Mülteciler ve göçmenler açısından bakıldığında Merkel sonrası Almanya’nın AB’yi de mülteci karşıtı bir politikaya sürükleme ihtimali yüksek görünse de, Almanya’da AfD dışında oylarını artıran bir başka partinin daha varlığına değinmek gerekir. Mülteciler ve göçmenler konusunda Merkel’den de daha ılımlı bir yaklaşıma sahip olan Yeşiller’in son kamuoyu yoklamalarında yüzde 20’nin üzerinde bir oy oranına ulaşması, bu partinin yakın gelecekte Almanya siyasetinde daha büyük rol oynayacağına işaret ediyor. 1980’li yıllardan beri genellikle yüzde 10 bandının altında oy oranlarında seyreden bu partinin son dönemdeki yükselişini AfD’nin ırkçı ve mülteci düşmanı politikalarına bir tepki olarak da görmek gerekir. AfD’nin radikal söylemleri karşısında SPD’nin bir varlık gösterememesi bu parti tabanının hızlı bir şekilde Yeşiller’e kayması sonucunu doğurmuş görünüyor.

SPD’nin daha solunda yer alan Yeşiller’in ve aşırı sağcı AfD’nin yükselişinin Almanya’da hükümet kurmayı zorlaştıracağını ve bunun da istikrarsızlığa yol açacağını öngörmek mümkündür. Almanya, CDU veya SPD’nin, ya kendilerine küçük bir ortak bularak ya da birbirleriyle ortaklık yaparak kolayca kurdukları koalisyonlar döneminden, programları benzeşen partilerin milletvekili sayılarının koalisyon kurmak için yetmeyeceği bir döneme doğru yelken açıyor. Geçen yıl yapılan seçimlerden sonra hükümet kurma çalışmalarının 5 aydan fazla sürmesi aslında bu dönemin belki de çoktan başladığını gösteriyor.

Alman siyasal sisteminin istikrarsızlaşmasının Avrupa Birliği’ne etkisinin çok olumsuz olacağının altını çizmek gerekir. AB’nin iki lider ülkesinden diğeri olan Fransa’nın da Front National’in yükselişiyle birlikte çok daha uzun süreden beri aşırı sağcı ve AB karşıtlarının tehdidi altında olduğu hatırlanırsa, AB entegrasyonunun en büyük savunucusu Almanya’nın istikrarsızlığa sürüklenmesi ya da AfD gibi AB karşıtı partilerin iktidara ortak olması AB tabutuna çakılan en önemli çivi anlamına gelebilir.

Yeşiller ve AfD’nin yükselişinin Türk-Alman ilişkilerine etkisi

Alman federal meclisinde merkez partilerin kenara doğru itilip marjinal sağ ve sol partilerin çoğunluğu ele geçirmesi ihtimali Türk-Alman ilişkilerini de çok olumsuz etkileyecektir. Zira CDU/CSU-SPD koalisyonu döneminde bile Türkiye’ye yönelik siyasetinde rasyonel bir çizgi geliştirmek konusunda zorlanan Berlin’in, Yeşiller tarafından domine edilen ya da AfD’nin içinde bulunduğu bir koalisyon döneminde Türkiye politikasının çok daha sorunlu olacağını tahmin etmek zor değildir.

Yeşiller’in, içindeki Türkiye kökenli siyasetçilerin kendi negatif Türkiye ajandalarını dayatma konusunda Sol Parti’den sonra en fazla öne çıkan parti olduğu hatırlanırsa, iktidar olması durumunda bu partinin, Türkiye siyasetini AK Parti ve Erdoğan karşıtı bu kesimlerin ipoteğinden kurtarmak için ciddi adımlar atması gerekecektir. Eğer Yeşiller partisi bunu başaramazsa Türkiye’deki muhafazakar iktidarlarla sağlıklı bir ilişki geliştirme şansı çok zayıf görünüyor. 1998-2005 arası Schröder Hükümeti döneminde Yeşiller’in koalisyonun küçük ortağı olarak yaşadığı iktidar tecrübesi sırasında Türkiye ile ilişkiler konusunda, koalisyonun büyük ortağı SPD’nin rasyonel çizgisine ayak uydurması söz konusu olmuştu. Ancak daha sonraki dönemlerde bu partinin Türkiye konusunda ideolojik bir çizgiye savrulduğu ve özellikle de Türkiye kökenli Cem Özdemir’in partideki etkili konumunu kullanarak Yeşiller’i AK Parti karşıtı bir politikaya sürüklediği görüldü. İşte şimdi, Yeşiller’in Baden Württemberg eyaletinde başbakan çıkarması ve birçok eyalette koalisyon ortağı olmasının ardından (16 eyaletin 9'unda koalisyon ortağı), federal düzeyde yapılacak parlamento seçimlerinde de birinci parti olması ihtimalinin konuşulmaya başlandığı bu dönemde dış politikasını nasıl şekillendireceği merak ediliyor. İdeolojik takıntılardan ve içindeki bazı lobilerin yanlış yönlendirmelerinden kendisini kurtarması durumunda Yeşiller’in, bir sonraki seçimleri kazanarak Almanya’nın yeni başbakanını belirlemesi söz konusu olabilir. Bu partinin dış politikada rasyonel bir çizgiye yönelmesi Türk-Alman ilişkilerinin de sağlıklı bir zeminde yürümesi açısından olumlu olacaktır. Ancak bunun için Yeşiller’in Almanya’daki başta PKK terör örgütü olmak üzere Türkiye karşıtı faaliyetlerde bulunan örgütlerle arasına mesafe koyması gerekecektir.

AfD’nin oy artışını sürdürüp iktidara ortak olması durumunda ise Türk-Alman ilişkileri açısından daha büyük sorunlar söz konusu olabilir. Zira bu partinin yabancı karşıtı politikası Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlileri ve dolayısıyla Türkiye’yi ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Şimdilik Almanya’daki diğer partiler AfD ile koalisyona razı olmayacaklarını dile getirseler de, Avusturya’daki FPÖ (Avusturya Özgürlük Partisi-Freiheitliche Partei Österreichs) örneği bu tür aşırı sağcı partilerin belirli bir oy oranına ulaşmasının ardından iktidar dışında tutulmasının zor olduğunu gösteriyor. Bu tür partilerin yabancı ve mülteci karşıtı söylemlerle oylarını sürekli artırmalarının ise merkez sağ partilerin de aynı söylemlere yönelmesine yol açtığını yine Avusturya örneğinden görüyoruz. Avusturya Halk Partisi’nin (Österreichische Volkspartei-ÖVP) nasıl önce söylemlerini FPÖ’ye benzetip sonunda onunla koalisyon kuracak kıvama geldiğine hep birlikte şahit olduk.

Almanya’da da Avusturya’dakine benzer bir gelişme olup, AfD koalisyon ortağı olarak iktidara katılırsa Türkiye-Almanya ilişkilerinde gerginliklerin artacağı beklenmelidir. Bu partinin yabancı karşıtlığının yanında AB karşıtı olması da düşünüldüğünde dolaylı olarak Türkiye-AB ilişkileri açısından da çok daha sorunlu bir dönem söz konusu olacaktır. AfD’nin iktidar ortağı olması durumunda, Türkiye aleyhine faaliyet gösteren PKK ve FETÖ gibi örgütler konusundaki tutumunun ne olacağı şimdilik bilinmese de, bu partinin söz konusu örgütlere mesafeli duracağı beklenebilir. Ancak iktidar sorumluluğunu üstlenmesinin ardından Alman güvenlik bürokrasisi tarafından, bu örgütlerin Türkiye’ye karşı kullanışlı araçlar olduğuna ikna edilmesi ihtimali de her zaman söz konusu olabilir.

Merkel’in gidişinin Almanya’da Yeşiller ve AfD gibi marjinal partiler için iktidar yolunu açıp açmayacağını zaman gösterecek. Ancak merkez partileri CDU/CSU ve SPD’deki erimenin bugüne kadar bir türlü durdurulamamış olması Almanya’nın AB’nin sağlam kalesi imajına şimdiden çok büyük zarar vermiş görünüyor. Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un bir adım öne çıkıp başta güvenlik konuları olmak üzere AB’ye önderlik yapma yönündeki adımları tam da Almanya’nın bu konuda geri düşmesiyle alakalı.

Macron’un Merkel tarafından bırakılmakta olan boşluğu doldurup dolduramayacağını ya da Almanya’da Merkel’in bıraktığı boşluğu dolduracak yeni bir güçlü liderin çıkıp çıkmayacağını da zaman gösterecek. Son 35 yılda Helmut Kohl ve Angela Merkel gibi iktidar süreleri oldukça uzun iki güçlü lider çıkaran CDU’nun, oyları AfD ve Yeşiller karşısında bu şekilde erirken onlar gibi bir lider çıkarması ve Almanya’yı istikrarlı günlerine geri taşıması zor görünüyor.

[Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

 

aa

Kategorideki diğer haberler